Hz.Peygamberin Taife gitmesi

deve51- Tâif’e gidiş: Bi’setin 10. yılında, Hz. Hatîce ve Ebû Tâlib’in vefatından sonra,[395] Şevvâl ayının bitimine birkaç gece[396] veya üç gece kala.
2- Mekke’ye dönüş: 23 Zilkade Salı günü. [397]

Tâif Seferi
Urve b. Zübeyr ve İbn İshâk’a göre, Mekkeli müşrikler Ebû Tâlib vefat edene kadar Hz. Peygamber’e (a.s.) karşı mesafeli davranıyorlardı. Onun vefatından sonra Mekke’deki durum daha da kötüleşti. Müşrikler, Ebû Tâlib öldükten sonra, o hayatta iken yapamadıkları kötülükleri yapmaya başladılar. Ebû Tâlib ve Hz. Hatîce’nin (r.anha) ölümü Resûlullah’ın (a.s.) kaygısını artırdı. Bunun üzerine Resûlullah (a.s.), Zeyd b. Hârise (r.a.) ile birlikte koruma ve destek elde etmek gayesiyle Tâif ’e gitti. Hz. Peygamber (a.s.), Tâif ’in bütün eşrafıyla görüştü. Onları, Allah’ın birliğini kabule, İslâm Dini’ne yardıma davet etti ve Mekkeli muhaliflerine karşı kendisine destek olmalarını talep etti. Daha sonra Müslüman olup Hudeybiye’de Rıdvân biatinde Resûlullah’a (a.s.) biat edecek olan Hâlid (b. Cebel veya Ebî Cebel) el-Advânî, Hz. Peygamber’in (a.s.) Tâif ’teki faaliyetlerinin bir kısmına tanık oldu. Hâlid el-Advânî der ki: “Ben, Resûlullah’ı (a.s.) (Tâif ’te iken) Sakîf pazarında (başka bir rivâyette Sakîf ’in; yani muhtemelen Tâif ’in doğusunda) gördüm. Bir yay veya asâya dayanmış, onlardan yardım istiyordu. Ve’s-Semâi ve’t-Târık’ın (Târık Sûresi’nin) tamamını okuduğunu işittim. Câhiliye devrinde, ben müşrikken, bu sûreyi ezberledim, sonra İslâm devrinde okudum. Hz. Peygamber (a.s.), Tâif ’te aradığı desteği bulamadı. Mekkelilerin durumdan haberdar olmasını istemeyen Peygamber Efendimiz (a.s.), Tâifliler’den şehirlerine gelişini gizli tutmalarını rica etti.

Tâif ’in ileri gelenleri Hz. Peygamber’den (a.s.) şehirlerini hemen terk etmesini istediler. Sokak çocuklarını ve köleleri kışkırtarak onu (a.s.) ve yol arkadaşı Zeyd b. Hârise’yi taşlattılar. Resûlullah (a.s.) her adım atışında ayaklarına taş atarak ezip kanlar içinde bıraktılar. Resûlullah’a (a.s.) taş değdiğinde yere otururdu. Onlar da kolundan tutup ayağa kaldırırlardı. Yürüyünce de gülüşerek taşlamaya devam ederlerdi. Zeyd b. Hârise ona (a.s.) kendini siper ediyordu. Hatta başından ciddi yaralar aldı. Tâifliler’den kurtulduklarında Hz. Peygamber’in (a.s.) ayaklarından kanlar akıyordu. Hz. Âişe (r.anha), bir gün, Peygamber Efendimiz’e (a.s.): “Ey Allah’ın Resûlü! Senin başına, Uhud gününden daha çetin bir gün geldi mi?” diye sordu. Peygamber Efendimiz (a.s.): “Senin kavminden neler çektim neler! Hele onların yüzünden Akabe günü çektiğim ise, çektiklerimin en çetini idi: (Taif ’e gidip) kendimi Abdi Yalil’lere arz ve bana yardımcı olmalarını niyaz ettiğim zaman, isteğimi kabul etmemiş, reddetmişlerdi. Ben de üzgün bir halde Mekke’ye yönelip, yüzümün doğrusuna gittim durdum. Ancak Karnu’s-Seâlib’de kendime gelebildim. Başımı kaldırıp baktığım zaman, bir bulutun beni gölgelemekte olduğunu gördüm. Tekrar baktığımda, bir de ne göreyim? Bulutun içinde Cebrail var! Hemen bana seslendi: ‘Şüphe yok ki, Allah, kavminin sana söylediklerini ve sana verdikleri red cevaplarını işitti de, onlar hakkında dilediğini kendisine emredesin diye sana Dağlar Meleğini gönderdi! dedi. Dağlar Meleği bana seslendi ve selam verdi. Sonra da: ‘Ey Muhammed! Şüphe yok ki, Allah, kavminin sana söylediklerini işitti. Ben Dağlar Meleğiyim! Rabbin, dilediğini bana emredesin diye beni sana gönderdi. Şimdi, ne dilersen, dile! Eğer onların üzerlerine iki dağı ( :الأخْشَبَينِ Mekke’yi kuşatan Ebû Kubeys ve Kuaykıan dağına bakan el-Ahmer dağlarını[404]) kapamamı dilersen dile! (Hemen kapayıvereyim!) dedi. Ben: ‘Hayır! Ben onların helak olmalarını istemem. Bilakis, Allah’ın, onların nesillerinden, yalnız Allah’a ibadet edecek, O’na hiçbir şeyi şerik koşmayacak kimseler çıkarmasını dilerim dedim” buyurmuştur.[405] “Âlemlere rahmet olarak gönderilen” [406] Peygamber Efendimiz (a.s.) bir çok hadîsinde “müminin lanet[407] edici olmadığını” bildirdiği gibi ( لاَ يَكُونُ الْمُؤْمِنُ لَعَّانًا ) kendisinin de (a.s.) “lanet edici değil bütün âlemlere rahmet peygamberi” olarak ( إِنِّى لَمْ أُبْعَثْ لَعَّانًا وَإِنَّمَا بُعِثْتُ رَحْمَةً ) gönderildiğini bildirmiştir. 

Hz. Peygamber (a.s.), yaralı bir vaziyette ve güçlükle Tâif dışında Mekkelilere ait bir bahçeye sığınabildi. Bahçe, Bedir Gazvesi’nde (17 Ramazan H. 2, Cuma) Mekkeli müşriklerin safında öldürülecek olan Rebî’a b. Abdişems’in oğulları Şeybe ve Utbe’ye aitti.[408] Aslen Irâk’ta Musul civarındaki Ninova şehrinden Hıristiyan bir köle olan Addâs, efendileri Şeybe ve Utbe’nin emriyle Hz. Peygamber’e (a.s.) bir tabak üzüm sundu. Hz. Peygamber (a.s.) “Bismillah” (Allah’ın Adıyla) diyerek üzümü yemeye başlayınca bu Addâs’ın dikkatini çekti ve bu sözlerin buralarda söylenmediğini ifade etti. Hz. Peygamber (a.s.), Addâs’ın Ninovalı olduğunu öğrenince orasının Yunus b. Mettâ’nın (a.s.) memleketi olduğunu ve kendisinin de onun gibi bir peygamber olduğunu bildirdi. Bu konuşmadan müteessir olan Addâs, efendilerine rağmen Müslüman oldu. [409] En önemli iki destekçisi Ebû Tâlib ve Hz. Hatice’nin (r.anha) vefatıyla şartların daha da kötüleşmesi ve himayesiz kalması nedeniyle Mekke’de barınamaz hale gelen Hz. Peygamber (a.s.), Tâif ’te 10 gün veya bir ay kaldı.[410] Bu süre boyunca alaya alınan, taşlanan ve şehri terk etmeye mecbur bırakılan Hz. Peygamber (a.s.), Şeybe ve Utbe’nin bağında iki rekât namaz kıldıktan sonra şu ünlü kudsî duayla Yüce Allah’a yöneldi: 

“İlâhî! Güç ve kuvvetimin zayıflığıyla, çare ve imkânlarımın kısıtlılığıyla, insanların gözünde ifade ettiğim kişiliğimin önemsizliğiyle San’a sığınıyorum. Ey Merhametlilerin En Merhametlisi! Sen sıkıntıya ve zulme uğrayanların Rabbisin. Sen benim Rabbimsin. Beni kimlere emanet ediyorsun? Bana sert ve kaba davranan bir yabancıya mı? Yoksa davamda bana üstün kılacağın bir düşmana mı? Sen’in katından bana bir gazap ve öfke olmadığı sürece, ben bu başıma gelenlere hiç aldırmayıp katlanırım. Ama Sen’in katından gelecek bir himaye her zaman çok daha hoştur. İnecek gazabına ya da benim başıma gelebilecek öfkene karşı karanlıkları aydınlatan, dünya ve ahiretteki işleri düzene sokan Sen’in Nur’una sığınıp himaye talep ederim. Sen hoşnut oluncaya dek (benim tarafımdan) yapılacak tevbelere layıksın. Kuvvet ve kudret ancak Sen’dedir”. 

 

 


[396] İbn Sa’d, I,211-212.
[397] Belâzürî, Ensâb, I,274.

[404] İbnü’l-Esîr, en-Nihâye fî Garîbi’l-Eser, “ خشب ” md.
[405] Buhârî, “Bed’i’l-Halk”, 59/7. İkrime b. Abdillâh el-Medenî’nin (21-105/642-723 [?]) rivâyetine göre ise Resûlullah (a.s.) şöyle buyurmuştur: (Tâif Seferi dönüşü) “Cibril bana gelip: Ey Muhammed! Rabbin sana selam söylüyor. Bu, dağlar(dan sorumlu) melektir. Onu gönderip senin emrin dışında hareket etmemesini emretti” dedi. Dağlardan sorumlu melek, ona (a.s.): “İstersen dağı onların üzerine kapatayım veya dilersen yerin dibine geçireyim” dedi. Resûlullah (a.s.): “Ey dağlar(dan sorumlu) melek! Aksine ben onlar için mühlet istiyorum. Belki onların neslinden “lâ ilâhe illallah” diyen kimseler çıkar” karşılığını verdi. “Dağlar(dan sorumlu) melek: “Sen, Rabbinin isimlendirdiği gibi raûf (şefkatli) ve rahimsin (merhametlisin)!” (et-Tevbe 9/17) dedi.

[406] el-Enbiya 21/107.
[407] Lanet, Yüce Allah’ın bağış ve merhametinden uzak olma anlamında bir terimdir. Sözlükte “kovmak, uzaklaştırmak, iyilik ve faydadan mahrum bırakmak” anlamındaki la’n kökünden türemiş bir isim olup dinî bir terim olarak Allah’ın bağış ve merhametinden uzak bırakılmayı ifade eder (M. K. Yaşaroğlu, “Lanet”, DİA, XXVII,101).
[408] Addâs, Bedir Gazvesi’nde Mekkeli müşriklerin safında Hz. Muhammed’e (a.s.) karşı savaşmamaları için efendileri Şeybe ve Utbe’ye yalvarmış ve onları vazgeçirmeye çalışmıştır.
[409] İbn Hişâm, II,60-62; İbn Sa’d, I,211; Belâzürî, Ensâb, I,273-274; Taberî, II,425,426; İbn Abdilber, elİstî’âb, I,27-28; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, IV,6-7; İbn Seyyidinnâs (1992 n.), I,231-234; Süheylî, IV,23.
[410] Şâmî, II,438; Zürkânî (1996 n.), II,50.

 

Kasım Şulul, Son Peygamber Hz. Muhammed’in (a.s.) Hayatı, 2014, ss.277-278-279-280

admin

Comments are closed.