Ficar Savaşı’na Katılması

ficarHz. Muhammed, 20 yaşındayken.[151]

Birçok anlama gelen “ فجر ” köküyle ilintili bir mastar olan ficâr, -câhiliye devrinde, Haram Aylar’da (Zilkade, Zilhicce, Muharrem, Recep) cereyan eden bazı savaşlara- alem (özel ad) olmuştur. Kelime sözlükte “azmak, haktan ayrılmak, günaha dalmak, yemininde ve sözünde yalancı çıkmak” anlamlarına gelir. Câhiliye devrinde, Araplar arasında çeşitli sebeplerle savaşlar meydana gelirdi. -Siyer ıstılahında- kötülük yapmanın ve kan dökmenin yasak olduğu Haram Aylar’da yapılan savaşlara Ficâr Savaşları denilir. Câhız’a göre, Haram Aylar’da sadece Mekke’de cereyan eden savaşlara bu ad verilir.[152] Câhiliye tarihi kaynakları, İslâm’a yakın dönemde, dört ficâr olayının meydana geldiğini kaydeder: Bunlar:
1- Ficârü’r-Recül veya Ficâru Bedr b. Ma’şer: Kinâneliler ile Hevâzin arasında olmuştur. Kinâne kabilesinin bir kolu olan Benî Gıfâr’dan Bedr b. Ma’şer’in Ukâz Çarşısı’nda ( سُوقَ عُكَاظٍ ) ayaklarını uzatıp: “Arapların en şereflisi benim. Kim benden daha şerefli olduğunu iddia ediyorsa gelsin, kılıcı ile şu ayağıma vursun” diye övündü. Bunu duyan Hevâzin’in kollarından Benî Duhman’dan (veya Benî Nasr b. Muâviye’den) –cesur Arap gençlerinin taşkın ruhuna sahip- Ahmer b. Mâzin’in öfkelenerek onu kılıçla yaralaması ile çatışma başlamış,ancak şiddetlenmeden sona ermiştir.
2- Ficârü’r-Rubâh: Arapça’da Rubâh ( الرباح ), Babun veya Habeş maymunu olup iriyarı, yerde yaşayan bir köpeksi maymun cinsidir. Hevâzinli Cüşem b. Muâviye kabilesinden Babun maymununa sahip birisi, maymunu seyretmek üzere toplanan kalabalığı fırsat bilerek, bir Kinanelideki alacağını bir maymunla takas edebileceğini ilan etti. Cüşemli sözünü ikinci kez tekrar edince başka bir Kinaneli kılıçla maymunun boynuna vurdu. Bunun üzerine Cüşemli: “Ey Hevâzinliler neredesiniz?”, Kinâneli de: Ey Kinâneliler neredesiniz?” diye Câhiliye devri asabiyet çağrısında bulundular. İki tarafın da gençleri, kavgaya tutuşmalarına ramak kala –Kureyş’in Teym b. Mürre kolundan, Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) babasının amcası oğlu, Câhiliye devrinde mazlumları koruyan, zenginliği ve cömertliği ile tanınan- Abdullah b. Cüd’ân (ö. 600 m. [?]) devreye girerek Cüşemlinin borcunu ödemeyi taahhüt etti.
3- Ficârü’l-Mer’a el-Kaysiyye: Kureyşli bazı gençlerin Ukâz çarşısında Mudarî Benî ‘Âmir b. Sa’sa’a kabilesinden bir kadının yüzündeki örtüyü açmak istemeleri sonucu çıkmıştır.
4- Ficârü’l-Berrâd[153]: Hevâzin (Kays Aylân) ile Kureyş-Kinâne ittifakı arasında cereyan etmiştir.[154] Vâkıdî’ye göre, bu savaşlar Şevvâl,[155] Süheylî’ye göre Şabân ayında olmuştur.[156]

 Benî Kinâne b. Huzeyme’nin[157] alt bir kolu Benî Damra’dan Berrâd b. Kays [158 ],(البراض بن قيس) ] ağzı bozuk, ayyaş ve kötü hasletlerinden dolayı kabilesinden kovulmuştu. Kabilesinden kovulmuş olan bu gibi insanlara, o zamanlarda “hiçbir kabileye mensup olmayan, kabilesinin himayesini kaybetmiş” anlamında halî’ (kovulmuş: خليع ) denilirdi. Önce Benî Dîl kabilesine sığınan Berrâd, ahlakını değiştirmediği için yine kovuldu. Mekke’ye giden Berrâd, Harb b. Ümeyye’nin evine sığınarak onunla anlaşma yaptı ve himayesinde girdi. Harb b. Ümeyye, burada da ayyaşlığına devam eden Berrâd’ı kovmak istedi. Fakat o, sığınacağı başka kimse kalmadığını dile getirerek Mekke’den Harb b. Ümeyye’nin halîfi olarak ayrılmak ricasında bulundu. Harb b. Ümeyye, isteğini kabul etti. Mekke’den ayrılan Berrâd, Irak’ta Hîre ve çevresinde hüküm süren Lahmîler’in son hükümdarı Ebû Kâbûs en-Nu’mân b. el-Münzir el-Lahmî’nin (580-602) yanına gitti. Hîre kralı Nu’mân b. Münzir, her yıl, birinin gözetiminde (civâr), Ukâz çarşısına sermayesi ıtriyât ve kumaş olan bir ticaret kervanı gönderirdi. Elde edilen karla, deri, ipek ve el-Mesîr denilen çizgili Yemen kumaşları alınırdı.[159] Tâif ’in kuzey doğusunda, Tâif ile Nahle arasında bulunan Ukâz çarşısı, Arap Yarımadası’nda kapalı çarşı tarzındaki en büyük serbest ticaret merkezlerinden biri idi. Ukâz, şehir mesabesinde bir yerleşim birimi olup, ziraî alanları, sık hurma bahçeleri ve suları bol olan bir yerdi.[160]

Ukâz çarşısında tüccarlardan bir nevi gümrük vergisi olan uşûr ( عشور ) ile koruma veya himaye ücreti (hafâre: 161 ](خَفَارة ] alınmazdı. Bu çarşıya her sene Arabistan’ın her tarafından insanlar gelip ticârî faaliyetlerde bulunurdu. Kabile reisleri, seçkin adamlarıyla, bayraklar taşıyarak, tüccarlar para ve mallarıyla Ukâz’a akın ederlerdi. Ukâz, Bizans ve Sasaniler arasında uzun zamandır süren savaşlar nedeniyle önem kazandı. İran ve Hindistan’dan malların geldiği, Doğu Afrika, Suriye ve Rumların gözde ticaret merkezi haline geldi. Koyun, deve, at, tahıl, kumaş, ipek, kılıç, Suriye kalkanları, Mağrip derileri ve Musul’un narin elbiseleri Ukâz’da alıcılara sunulurdu. Arap Yarımadası’nın diğer çarşılarına göre en kaliteli ve nadir bulunan malları, bu çarşıda satılırdı. Siyasî ve sosyo-kültürel açıdan büyük ehemmiyete sahip olan bu ve benzeri çarşılarda yüksek düzeyli edebî faaliyetler de icra edilirdi. Muallakât-ı Seb’a denilen şiirler ilk olarak burada okundu. Bu şiirleri okuyanlar Câhiliye devrinin en büyük şairleri idi. Hz. Peygamber’in (a.s.) hitabesini beğendiği, Arapların ünlü hatibi Kus b. Saide, meşhur hitabesini burada okudu.[162] Ukâz’da, umuma açık ticarî faaliyetlerin, Şevvâl ayında, Zilkâde’nin ilk yirmi gününde veya son on beş gününde yapıldığına dair bilgiler bulunmaktadır.[163]

Hire kralı Nu’mân b. Münzir’in ticaret kervanın korumasını Berrâd yapmak istedi. Nu’mân, kervanı Benî Kinâne ve Necid ahalisine karşı koruyacak güce sahip birisini tercih edeceğini söyledi. Bunun üzerine er-Rehhâl ( الرحال : seyyah- gezgin ve diplomat[164]) diye tanınmış Urve b. Utbe de kervanın korunmasına talip oldu, hatta: “Kovulmuş bir köpek ( كلب خليع ) mi kervanı Kinâne’ye ve herkese karşı koruyacak?” diye Berrâd’a hakaret etti. Bunun üzerine Nu’mân, işi Urve’ye verdi. Berrâd b. Kays: “Kervanı Kinâne kabilesine karşı da koruyacak mısın?” diye Urve’ye sordu. O da: “Evet! Ona ve herkese karşı!” diye cevap verdi. Urve, kervanın başında yola çıktı. Berrâd, Urve’yi öldürmek maksadıyla kervanı takip etti. Nihayet Necid platosundaki Teymen Vadisi’nde, [günümüzde Afîf ’ten Medine’ye gidenin sağ tarafına düşen, Afîf ’in kuzey batısında el-Hasvî ( الْحَسْوِ ) ve Fedek’e (Hâit) yakın Zî Telâl’ın âliye mıntıkasında ( بتيمن ذي طلال بالعالية ) Üvâre [165 ](أوارة)  denilen yerde, gafil anını yakalayıp Urve’yi öldürdü. Berrâd, adamlarıyla kervana hücum etti, kervanbaşı ( قوام الركاب ) ve el-Ebnâ’dan ( 166 ](عضاريط ] olan korumalar firar etti, kervanı da sürüp götürdü. Sonra Hayber’e firar edip orada gizlendi. Berrâd b. Kays, -genç ve değerli dört deve karşılığında- şair Bişr b. Ebî Hâzim el-Esedî’nin olup bitenleri Abdullah b. Cüdʻân, Hişâm b. el-Muğîre, Harb b. Ümeyye, Nevfel b. Muʻâviye ed-Dîlî ve Belʻâ b. Kays’a ( بلعاء بن قيس ) süratle haber vermesini istedi. Haberlerin, Hevâzin’e ulaşmadan Mekke’ye varmasını, Hevâzin’in Urve’ye karşılık ani bir baskınla Kureyş’in büyüklerini intikam için öldüreceklerini ve bunu bir sır olarak saklamasını tembihledi. Bişr b. Ebî Hâzim, Ukâz’a gidip onlara durumu bildirdi. Kureyş liderleri, -Haram Aylar nedeniyle silahların emanet edildiği- Abdullah b. Cüd’ân’a olup bitenleri anlattılar. Ondan silahlarını kendilerine teslim etmesini istediler. Abdullah b. Cüd’ân, hıyanet olduğu için bu teklifi kabul etmedi; fakat emanet silahları dağıttıktan sonra kendilerine her türlü desteği vereceğini bildirdi ve öyle de yaptı. Kureyşliler, Hevâzinlilerle baş  edemeyeceklerini bildikleri için, Hevâzin’e “Mekke’de karışıklık ve harp hali çıktığına” dair haber gönderip aceleyle Harem’e hareket ettiler.

Kureyş, Kinâne, Esed b. Huzeyme, Benî Hâris b. Abdimenat b. Kinâne, Kâre (القارة) ve onun bir kolu olan Adel (عضل ), Dîş ve Huzâa’dan Benî Mustalık gibi Ehâbîş kabileleri ile birlikte hareket ediyordu. Olup bitenler Hevâzin’e ulaşınca Ebû Berâ Âmir b. Mâlik b. Caʻfer: “Kureyş, bizi kandırıyor” dedi. Peşlerinden yola çıktılar, Nahle’de onlara ulaştılar. Nahle’de yaşanan şiddetli çatışmalarda Kureyş savaşarak geri çekilip Harem’e sığınmak zorunda kaldı. Benî Âmir’den el-Edrem b. Şuʻayb ( الأدرم بن شعيب ) yüksek bir sesle, Kureyş’e gelecek yıl Ukâz’da savaşmak üzere döneceklerini ilan etti. O yıl Ukâz çarşısı açılmadı. Hevâzin ve Kinâne kabileleri, bir yıl savaşa hazırlandıktan sonra karşı karşıya geldiler.

Kureyş’in liderleri Abdullah b. Cüdʻân, Hişâm b. eMuğîre, Harb b. Ümeyye, Ebû Uhayha Saʻîd b. ‘Âs, Utbe b. Rebîʻa, ‘Âs b. Vâil, Maʻmer b. Habîb el-Cumahî ve –Benî Abdiddâr’dan- İkrime b. ‘Âmir idi. Tam bir dayanışma içinde savaş meydanına çıktılar.
Kureyş ve müttefiklerinin teşkil ettikleri kuvvetlerin genel idaresi Harb b. Ümeyye’nin, bir görüşe göre ise Abdullah b. Cüdʻân’ın elinde idi. Hevâzin (Kays Aylân) ittifakında ise Ebû Berâ Âmir b. Mâlik b. Caʻfer, Subey’ b. Rebîʻa b. Muʻâviye en-Nasrî, Düreyd b. Samme ve Mesʻûd b. Muʻattib es-Sekafî vardı. Ayrıca, Ebû Urve b. Mesʻûd, Avf b. Ebû Hârise el-Mürrî ve Abbâs b. Riʻl es-Sülemî de onlarla beraberdi. Bunlar lider ve komutanlardı.
Bir görüşe göre Hevâzin (Kays Aylan) ittifakını oluşturduğu kuvvetlerin genel idaresi Ebû Berâ Âmir b. Mâlik’in elinde idi, muharipleri savaş düzenine sokuyordu ve sancağı o taşıyordu. Savaş günü, sabahın erken saatlerinde ilk mağlubiyeti Kureyş ve müttefikleri yaşadı. Günün sonunda ise Kureyş ve müttefikleri, Kays’a karşı zafer kazandı. Kureyş ve müttefikleri, karşı tarafa büyük kayıplar verdirdiler.[167] İlk günden sonra, iki taraf arasında günlerce süren şiddetli çarpışmalar yaşandı. Harb b. Ümeyye’nin himayesinde yetim olarak büyümüş ve henüz otuzuna varmamış bir genç olan Ebü’l-Velîd Utbe b. Rebîa,[168] izinsiz ve kimseye danışmadan, savaşan safların arasına girdi ve devesinin üzerinde onlara şöyle seslendi:

“Ey Mudar topluluğu! Niçin birbirinizi tüketirsiniz?”
Hevâzin: “Neye davet ediyorsun?” diye sordu.
O da: “Barışa! Sizden ölenlerin diyetini verelim; bizim kanlarımızı da size bağışlayalım!” dedi. “Bu nasıl olacak?” dediler. “Biz size rehine vereceğiz!” dedi.
“Bunu bize kim yapacak?” diye sorduklarında, Utbe: “Ben!” diye cevap verdi.
“Sen kimsin?” dediler. “Ben Utbe b. Rebîa b. Abdişems’im!” diye kendini tanıttı. Onlar bu teklifi kabul etti. Bunu üzerine Kureyş ve müttefikleri, Hevâzin’e 40 adamını rehin verdi. Bunların arasında Hakîm b. Hizâm da bulunuyordu.  Amir b. Sa’saa oğulları, rehinelerin ellerine geçtiğini görünce, kanları bağışladılar ve onları serbest bıraktılar. Böylece Ficâr Savaşı sona erdi. Utbe b. Rebîa’nın bu davranışı, o dönem Mekkeliler arasında bir özdeyiş ve atasözüne dönüşmüş ve şöyle denilmiştir: İki fakirden başka Kureyş’e liderlik eden kimse olmamıştır. Bu ikisi, Utbe ve Ebu Tâlib’dir. Malları olmadığı halde Kureyş’e öncülük etmişlerdir ( لم يسد من قريس مملق يعني فقيرا غير عتبة وأبي طالب فإنهما سادابغير مال).
Kinâne ile Kays kabileleri arasında şiddetli çatışmaların yaşandığı günlere, çatışmaların yaşandığı yerlerin isimleri verilmiştir. Bunları kronolojik bir sıraya koymak, bize oldukça güç görünmektedir. Mesela İbn Seyyidinnâs, Ficârü’l-Berrâd’da sırasıyla Şemza ( يوم شمظة ), Ablâ’ [169 ],(ويوم العبلاء)  Şürb ve Hüreyre adlarıyla anılan dört çatışmanın meydana geldiğini ve en şiddetlisinin Yevmü’ş-Şürb olduğunu kaydeder.[170] Belâzürî ise en şiddetli çatışmanın Yevmü’n-Nahle’de meydana geldiğini söyler.[171] Belâzürî’nin Yevmü’n-Nahlesi ile İbn Seyyidinnâs’ın Yevmü’ş-Şürb’ünün aynı çatışma mı, yoksa farklı çatışmalar mı olduğunu kestirmek güçtür.

Yevmu Şamze ve Yevmu’1-Ablâ: Bu ikisi, Ukâz bölgesindedir. Belâzürî’ye göre Şamze’de, günün başlangıcında savaş Hevâzin’in aleyhine cereyan etti; fakat Hevâziin’in savaş meydanında sebat etmesi neticesinde durum değişti, harp kızıştı; Kureyş ağır kayıplar verdi.[172]
Yevmu’ş-şereb ( يوم الشرب ): En şiddetli çatışmaların yaşandığı günlerden birisidir. Bu günde Ümeyye oğullarından bazıları savaş meydanını terk etmemek için kendilerini bağladılar. Bu yüzden onlara Anâbis ( العنابس : aslanlar) denildi.
-Lahmî hükümdar Nu’mân b. el-Münzir’in kabilesi- Benî Nasr[173] kuvvetleri hariç, Kays Aylân kuvvetleri hezimete uğramıştır. Benî Nasr ise sebat etmiş savaşı sürdürmüştür.[174] Yevmu’l-Hureyre ( يوم الحريرة ): Bu savaş, Nahle’nin yanında cereyan etmiştir. Bazı araştırmacılara göre, Ficâr Savaşları’nın meydana geldiği yıllarda Hîre Krallığı süratle çöküşe doğru sürükleniyordu. Buna karşılık Mekke şehri giderek nüfuz kazanıyordu. Bu savaşlara her iki tarafın Hîre, Tâif-Yemen kervan yolunu kontrol altına alma istekleri sebep oldu. Bazılarına göre ise bu savaşlar, kan davasından kaynaklanan birer intikam savaşı idi.[175] Oysa bu gibi tipik sosyal olaylar karmaşık bir yapıya sahiptir. Böyle olayların meydana gelmesinde ve çözümünde, fazilet/erdem, hilim, cesaret, cömertlik, adalet, siyasi nüfuz ve iktisadi güç elde etmek, cehalet, Arabistan’ın tamamını kapsayan merkezî bir idarenin bulunmaması, Câhiliye devri çağrısı denilen asabiyet; yani kan bağına dayalı bir dayanışma gibi farklı etkenlerin olabileceği göz ardı edilemez.

Hz. Peygamber’in (a.s.) Ficâr Savaşları’na Fiilen Katılıp Katılmadığı Meselesi

Bir kişinin savaşa katılıması doğrudan yaşıyla ilgilidir. Bu nedenle Hz. Peygamber’in (a.s.) Ficar Savaşlar’ında kaç yaşında olduğuna dair kısa bir izah yapılmalıdır: Kaynaklarda yer alan bilgilerden –mesela Ficârü’r-Rubâh’da Abdullah b. Cüd’ân’dan bahsedilmesi gibi ipuçlarından- Ficâr Savaşları’nın Câhiliye devrinin İslâm’a yakın döneminde meydana geldiğini anlıyoruz. Yine kaynaklarda Ficârü’l-Berrâd’da Hz. Peygamber’in (a.s.) yaşı ile ilgili kayıtların ortak noktası (hadd-i müşterek) onun (a.s.) 20 yaşlarında olduğudur. Süheylî gibi bazı kaynakların, Hz. Peygamber’in (a.s.) savaşacak yaşa henüz geldiğini, bazı kaynakların ise onun (a.s.) o zamanlar 14, 15 veya 17 yaşlarında olduğunu bildirmeleri, bu tarihlendirmelerin takribî türden olmaları veya meydana gelen çatışmaların birkaç yıl[176] sürmesi ile açıklanabilir. Öyleyse kaynakların bu çatışmalar sırasında Hz. Peygamber’in (a.s.) yaşına dair verdikleri takribi tarihlerin hepsinin doğru olduğu söylenebilir. Zira savaşlar ve barışlar zamana yayılan sosyal süreçlerdir.

Hz. Peygamber’in (a.s.) Ficâr Savaşları’nda savaşıp savaşmadığı konusunda iki görüş bulunmaktadır. Birincisi: O (a.s.) savaşa katılmamış; amcalarına ait eşyaları korumuş ve atılan okları kalkanla karşılayıp toplayarak onlara vermekle yetinmiştir. Süheylî de Hz. Peygamber’in (a.s.) bu savaşa fiilen iştirak etmediğini, onun haram aylarda
ve müşrikler arasında cereyan eden bir savaşa katılmasının mümkün olmadığını, Yüce Allah’ın ancak İ’lâ-yi Kelimetullah için savaşa izin verdiğini söyleyerek bu görüşü destekler.[177] İkincisi: Hz. Peygamber (a.s.) amcaları ile birlikte katıldığı savaşta ok atmış, bundan dolayı pişman olmadığını ve amcalarına ok temin ettiğini beyan etmiştir. Hz. Peygamber’in (a.s.): “ona (Ficâr Savaşı’nda) amcalarım ile birlikte bulundum ve birkaç ok attım. Bunu yapmış olmamayı sevmem. O zaman amcalarıma ok da temin ettim” [ قد حضرته مع عمومتي ورَمَيْتُ فيه بأَسْهُمٍ وما أُحبُّ أنِّي لم أكُنْ فَعَلْتُه كنتُ أنْبُلُ على أعمامي ] şeklindedir.[178]

Hakîm b. Hizâm el-Esedî el-Kureşî,[179] Resûlullah’ın (sas) Ficâr Savaşı’na katıldığını gördüğünü nakletmiştir.[180] Nûreddin el-Halebî (975-1044/1567-68-1635), Hz. Peygamber’in (a.s.) başka bir savaşa katılamdığını, İbn Kesîr ise Şereb (Ukâz) Savaşı’na katıldığını belirtir ki bu savaşta yukarıda anlatılan Ficârü’l-Berrâd’ın bir safhasıdır. Zührî’den nakledilen bir rivâyete göre, Hz. Peygamber (a.s.) Nahle ve Şemze günlerine katılmadı. Katılsaydı zafer Kureyş’in olurdu. Ukâz gününe katıldığı için zafer, Kureyş tarafından kazanıldı.[181] İbnü’l-Esîr, bu fikre karşı çıkarak onun (a.s.) peygamber olduktan sonra katıldığı savaşlarda bile ashabının mağlûp olduğunu hatırlatır.[182]


[153] İbnü’l-Cevzî ise Mes’ûdî’nin zikrettiği dört ficâr savaşından ilk üçüne; I. Ficâr Savaşları (الفجار الأول) sonuncusu olan Ficârü’l-Berrâd’a ise II. Ficâr Savaşları ( الفجار الثاني ) diyerek ikiye taksim eder (el-Vefâ,I,223-224).
[154] Ebû Ca‘fer Muhammed b. Habîb b. Ümeyye b. Amr el-Hâşimî (v. 245/860), el-Münemmak fî Abbâri Ķureyş, nşr. Hurşîd Ahmed Fârık, Haydarabad 1384/1964, s. 185 vd.; el-Mes’ûdî, et-Tenbîh, s. 209;Murûcü’z Zeheb,II,280; İbn Seyyidinnâs (1992 n.), I,113.
[155] İbn Sa’d, I,128.
[156] Süheylî, II,46,47; İbn Kesîr, I,258; Tecrîd Tercemesi, VII,73-74.
[157] Hz. Peygamber’in (a.s.) on dördüncü nesilden atası olan- Kinâne b. Huzeyme’den türeyenlere Benî Kinâne denir ve Kureyş de bu zatın soyundandır (C. Avcı, “Kinâne”, DİA, XXVI,31-32.).
[ أحد بني ضمرة بن بكر بن عبد مناة بن كنانة، كان خليعاً، خلعه قومه] [ 158 ] (İbn Sa’d – Belâzürî).
[159] Belâzürî, Ensâb, I,111.
[160] el-İdrîsî, Nüzhetu’l-Muştâk fî İhtirâki’l-Afâk, I,46 (eş-Şâmile).
[خَفَرَه خَفْراً إِذا أَخَذَ مِنْه خَفَارةً أَي جُعْلاً ليُجِيرَه ويَكفُلَه) [ 161).
[162] Mekke Dönemi: Peygamberlik Öncesi: “20. Son Peygamberin Müjdecisi: Kus b. Sâide” başlığına bkz.
[163] Ebû Ali el-Marzûkî el-İfahânî, el-Ezmine ve’l-Emkine, II,165; Zamehşerî, el-Cibâl ve’l-Emkine ve’l-Miyâh, I,18 (eş-Şâmile); Muhammed b. Abdilmünim el-Himyerî, er-Ravdu’l-Mu’târ fî Ahbâri’l-Aktâr,thk. İhsân Abbâs, Beyrut1980, s. 411; Yâkût el-Hamevî, Mu’cemu’l-Buldân, IV,142 (eş-Şâmile).
[ وهو عروة الرحال، وإنما سمي الرحال لرحلته إلى الملوك] [ 164 ] (Belâzürî). Böyle şahsiyetlere –Ebû Zeyd et-Tâî gibi-Redîfu’l-Mülûk (kralların arkadaşı) ve Zuvvârü’l-Mülûk (kralların ziyaretcileri) da denir (Cevad Ali).
[165] Belâzürî, Ensâb, I,111; el-Bilâdî, Mu’cemu’l-Meâlim, s. 187-188.
[166] Belâzürî’nin Ensâb’ının tahkikçisine göre, metinde geçen “ عضاريط ” kelimesinden maksadın Ebnâ’lar (الأبناء) olduğu (bkz. ek 2: Ebnâ md.), eserin yazmasının hamişinde kaydedilmiştir. el-Halîl b. Ahmed el-Ferâhidî (100-175/718-791), Kitâbü’l-Ayn’daki bilgilerden: cimri adam anlamına gelen “ ”العُضْرُوط kelimesinin çoğulu “ عضاريط ”in karın tokluğuna çalışan, kervanlara bir nevi paralı koruma işi yapan kişiler olduğunu anlıyoruz (العِضْرِط: اللَّئيمُ من الرجال والعُضْرُوط: الذي يَخدِمُكَ بطَعام بطنهِ وهم العَضاريطُ والعَضارِطةُ).
[167] İbn Sa’d, I,126-128.
[168] Ebû Süfyân’ın kayınpederi ve hilfü’l-ahlâf mensubu olan Utbe b. Rebîa, “Eğer Hilfü’l-fudûl’e katılmam için ailemden ayrılmam gerekseydi bunu hiç çekinmeden yapardım” diyecektir. Utbe, İslâm çağında, hicretin 2. yılının Ramazan ayında meydana gelecek olan Bedir Gazvesi’nde Mekkeli Müşriklerin safında savaşa katılıp öldürülecektir.
[169] İsimleri anılan yerler, Ukâz’a yakındır. Bkz. İbn Seyyidinnâs (1992 n.), I,113.
[170] İbn Seyyidinnâs (1992 n.), I,113.
[171] Belâzürî, Ensâb, I,110.
[172] Belâzürî, Ensâb, I,112-113.
[ بنو نصر بن ربيعة بن عمرو بن الحارث بن سعود بن مالك بن عمم بن نمارة بن لخم، هم الملوك، رهط النعمان بن المنذر ملك العرب [ 173
[174] İbn Seyyidinnâs (1992 n.), I,113.
[175] H. Algül, “Ficâr”, DİA, XIII,52.
[176] H. Algül’e göre dört yıl (“Ficâr”, DİA, XIII,52).
[177] İbn Hişâm, I,95-98; Süheylî, II,147.
[178] İbn Sa’d, I,128; eş-Şâmî, II,152.
[179] (doğumu: Fil Vakası’ndan 13 yıl önce- vefat: 54/674[?])
[180] İbn Sa’d, I,128; eş-Şâmî, II,152.
[181] Belâzürî, Ensâb, I,113.
[182] H. Algül, “Ficâr”, DİA, XIII,52.
Kasım Şulul, Son Peygamber Hz. Muhammed’in (a.s.) Hayatı, 2014, ss.131-139.

admin

Comments are closed.