Hz. Peygamberin (sav) son itikafı

itikafResûlullah’ın (a.s.) İtikâfı

İtikaf, sözlükte “bir mekanda kalmak ve kendini bir şeye adamak/hasretmek” anlamlarına gelir. İtikâf, kişinin kendisini sıradan davranışlardan uzak tutmasına da denir. İtikaf, fıkıhta, oruçlu bir kişinin umuma açık bir mescitte veya o hükümdeki biryerde niyet ederek, kalbini dünyevî meşgalelerden arındırmasına ve kendini Yüce Allah’a (namaz, Kur’ân-ı Kerîm okumak, zikir, tefekkür ve salih amel gibi) ibadete adamasına denir.

Bu: ‘Allah’ım beni affedene kadar kapından ayrılmayacağım’ manasına gelir. İtikâfa giren kimseye mu’tekif veya âkif denir.

الاعتكاف هو في اللغة المقام والاحتباس وفي الشرع لبث صائم في مسجد جماعة بنية وتفريغ القلب عن شغل)
96 ].(الدنيا وتسليم النفس إلى المولى وقيل الاعتكاف والعكوف الإقامة معناه لا أبرح عن بابك حتى تغفر لي

İtikâfın meşruiyeti Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet ile sabittir: “Mescitlerde itikâfta bulunduğunuz zaman kadınlara yaklaşmayın”[97] meâlindeki âyet ile Hz. Âişe’nin (r.anha), “Resûlullah (a.s.), ramazanın son on gününde itikâfa girerdi. O bu âdetine vefatına kadar devam etmiştir. Sonra onun ardından hanımları itikâfa girmiştir”[98] meâlindeki sözleri buna delildir. Hz. Peygamber (a.s.), Medine’ye hicretten sonra vefatına kadar her yıl Ramazan ayında son on gün, vefat ettiği yılda ise 20 gün Mescid-i Nebevî’de itikâfa çekilmiştir.[99]
Fıkıhta üç türlü itikaftan bahsedilir:

1- Adandığı için vacip,
2- Ramazan’ın son on gününde müekked sünnet,
3- Başka zamanlarda ise sırf ibadet için müstehap olan itikaftır.

Allah’a tam bir teslimiyet içerisinde ibadet ve itaatte bulunmak amacıyla zamanının belirli bir kısmını ayırması ve bu esnada meşru bile olsa her türlü nefsânî ve şehevî arzulardan uzak durması kişinin manen olgunlaşması için önemli bir vesiledir. Zorunlu ibadetlerin yanı sıra nafile ibadetler de bu konuda önem taşımakta, dinî duygu ve düşüncenin yoğun bir şekilde yaşandığı, mümkün olduğu ölçüde maddî ilgilerden uzaklaşarak Yüce Yaratıcı’ya teveccüh edilen cami ve mescit gibi bir ortam, insana derin bir manevî ufuk ve imkân sunmaktadır.Bu bakımdan itikâf yalnız İslâm ümmetine has bir ibadet olmayıp vahiy geleneğine sahip hemen bütün dinlerde muhtelif şekillerde gerçekleştirilen köklü bir gelenektir.

İslâm’da da Hz. İbrahim (a.s.) ve oğlu Hz. İsmail (a.s.) zamanından beri devam ede gelen bir sünnet olarak bilinir. Nitekim: “İbrahim ve İsmail’e: Evimi onu ziyaret edenler, ibadet için orada kalanlar (âkifîn), rükû ve secde edenler için tertemiz tutun diye ahit -emir- verdik”[100] meâlindeki âyet bir yönüyle buna işaret etmektedir.[101]


Kasım Şulul, Son Peygamber Hz. Muhammed’in (a.s.) Hayatı, 2014, ss.874

[96] Cürcânî, et-Ta’rifât, “i’tikâf” md.
[97] el-Bakara 2/187.
[98] Buhârî, “el-İ’tikâf”, 1; Müslim, “el-İ’tikâf”, 5.
[99] İbn Sa’d, II,194,195,196; İbn Kesîr, IV,443; Zürkânî (1996 n.), XII,74.

[100] el-Bakara 2/125.

 [101] Bkz. “25. Hz. Muhammed’in (a.s.) Peygamberliğinin Başlaması (bi’set) ve Kur’ân’ın Nüzûlü”
başlığının “İnzivâ” kısmına; Ö. N. Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s. 323; M. Şener, “İtikâf”, DİA,
XXIII,457-458.
 
Zehra Nassan

Comments are closed.