Hz.Muhammedin (sav) vefatı

vefat1. Hastalığın başlaması: Safer’in bitimine birkaç gece kala veya 1 Rebiülevvel[24] veya Safer’in bitimine 2 gece kala H. 11 Çarşamba.[25]
2. Vefat: 12 Rebiülevvel H. 11 Pazartesi, güneş zevale yönelirken.[26]
3. Tekfin ve teçhiz: 13 Rebiülevvel H. 11 Salı.[27]
4. Toprağa veriliş: 14 Rebiülevvel H. 11 Çarşamba.[28]

İslâm Dini’nin kemale erdiği, Vedâ Haccı’nda: “Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı beğendim” meâlindeki el-Mâide Sûresi’nin 3. âyetiyle bildirildi. Siyer ulemâsına göre, Vedâ Haccı’ndan Resûlullah’ın (a.s.) vefatına kadar geçen sürede Şeriat hükümlerinde hiçbir ziyade yapılmadığı gibi hiçbir hüküm neshe ve tebdile uğramadı.[29]

Resûlullah (a.s.), Vedâ Haccı’ndaki hutbesinde vefat zamanının yaklaştığını ihsas etti. İslâm Dini’nin kemale erdiğinin tebliği, Vedâ Haccı’nda; 12 Zilhicce’de nâzil olan en-Nasr Sûresi, her sene Ramazan ayında bir kere Kur’ân-ı Kerîm’i Cebrâil ile mukabele eden (arza) ve Ramazan aylarında on günü itikâfla geçiren Resûlullah’ın (a.s.), vefat senesinde Kur’ân’ı iki defa mukabele etmesi ve itikâfının yirmi gün sürmesi gibi işaretler onun (a.s.) vefatının yaklaştığının birer ifadesi idi.

Hz. Âişe ve İbn Mesûd’dan nakledilen rivâyete göre: “Allah’ın yardımı ve zaferi geldiği ve insanların bölük bölük Allah’ın dinine girmekte olduklarını gördüğün vakit, Rabbine hamd ederek O’nu tespih et ve O’ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir” meâlindeki en-Nasr Sûresi’nin indirilmesinden itibaren Resûlullah (a.s.), kalktığında, oturduğunda, bir yere gidip geldiğinde; hep şöyle dua ederdi:“Ey Allah’ım! Rabbimiz! Seni tespih eder (eksik sıfatlardan tenzih eder) ve Sana hamd-ü sena ederim. Sen’den mağfiret diler, Sana tövbe ederim. Allah’ım! Beni bağışla!
Şüphe yok ki tövbeleri en çok kabul eden ve merhametli olan sensin!”:

( سُبْحَانَكَ اللهمّ رَبَّنَا وَبِحَمْدِكَ اللهمَّ اغْفِرْ لِي إِنَّكَ أَنْتَ التَّوَّابُ الرَّحِيم)

Resûlullah (a.s.), bu sözleri rükû ve secdelerde de söylerdi.[30] Zeyd b. Eslem ve Atâ’ b. Yesâr’ın rivâyetlerine göre, vefatına sebep olan hastalığın başlamasından hemen önce Hz. Peygamber (a.s.) evvela Bakî’ Kabristanı’na giderek orada toprağa verilmiş Müslümanlara mağfiret duasında bulundu, dirilerle vedalaştığı gibi ölülerle de vedalaştı, daha sonra ise Uhud şehitlerini ziyaret edip cenaze namazı kıldı.[31]
Resûl-i Ekrem’in (a.s.) hastalığının Perşembe günü şiddetlendiği zikredilir. İbn Abbâs, o günü dehşetli ve kasvetli bir gün olarak niteler.[32]
Hayber’in fethinden hemen sonra, Hz. Peygamber (a.s.) henüz Hayber’deyken [Muhammed b. Mesleme ile Hz. Ali (r.a.) tarafından öldürülen:[33] Hayberli Yahudi savaşçı Merhab’ın kız kardeşi ve Yahudi reislerinden Sellâm b. Mişkem’in karısı] Zeyneb bint Hâris, zehir karıştırdığı bir kuzu çevirmesiyle ona (a.s.) suikast düzenlemişti. Hz. Peygamber (a.s.), ağzına aldığı ilk lokmayı derhal çıkarmış ve yemeğin zehirli olduğunu bildirmişti. Hz. Peygamber (a.s.), vefatına sebep olan hastalığı sırasında şöyle buyurdu: “Ey Âişe! Hayber’de yediğim o zehirli yemeğin elemini devamlı hissedip durdum. İşte şimdi, o zehirden dolayı kalb damarımın koptuğunu hissediyorum” Bundan dolayı Müslümanlar, Resûlullah’ın (a.s.) –Allah’ın kendisine ihsan ettiği nübüvvet/peygamberlik şerefiyle birlikteşehit olarak vefat ettiğini kabul ederler.[35]

On küsur gün süren hastalığı boyunca Hz. Peygamber (a.s.), Hz. Ebû Bekir’e (r.a.) namaz kıldırmasını emretti. Hz. Aişe (r.anha) dedi ki: “Resulullah (a.s.) hastalığında insanlara namaz kıldırması için Ebu Bekir’e emir verdi. Bunun üzerine o da halka namaz kıldırdı”.
Urve b. Zübeyr dedi ki: “(Bu namazlardan biri sırasında) Resulullah (a.s.) kendinde bir hafiflik hissetti. Bunun üzerine namaza çıktı, bir de baktı ki Ebu Bekir halka imamlık ediyor. Ebu Bekir, Peygamber’i (a.s.) görünce geri çekilmek istedi. Resulullah (a.s.) ona: Olduğun gibi dur! Diye işaret etti. Sonra Resulullah (a.s.), Ebu B’in hizasına, onun yanına oturdu. Ebu Bekir, Resulullah’ın (a.s.) namazına uyarak namaz kılıyor, insanlar da Ebu Bekir’in namazına uyarak namaz kılıyordu”

( عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ أَمَرَ رَسُولُ اللهِ -صلى الله عليه وسلم- أَبَا بَكْرٍ أَنْ يُصَلِّىَ بِالنَّاسِ فِى مَرَضِهِ فَكَانَ
يُصَلِّى بِهِمْ. قَالَ عُرْوَةُ فَوَجَدَ رَسُولُ اللهِ -صلى الله عليه وسلم- مِنْ نَفْسِهِ خِفَّةً فَخَرَجَ وَإِذَا أَبُو بَكْرٍ يَؤُمُّ النَّاسَ
فَلَمَّا رَآهُ أَبُو بَكْرٍ اسْتَأْخَرَ فَأَشَارَ إِلَيْهِ رَسُولُ اللهِ -صلى الله عليه وسلم- أَىْ كَمَا أَنْتَ فَجَلَسَ رَسُولُ اللهِ حِذَاءَ أَبِى
36 ].(بَكْرٍ إِلَى جَنْبِهِ. فَكَانَ أَبُو بَكْرٍ يُصَلِّى بِصَلاَةِ رَسُولِ اللهِ -صلى الله عليه وسلم- وَالنَّاسُ يُصَلُّونَ بِصَلاَةِ أَبِى بَكْرٍ ]

İbn Teymiyye’ye göre, Hz. Peygamber’in (a.s.) hastalığı sırasında Hz. Ebu Bekir (r.a.) en az 17 vakit namaz kıldırmıştır.[37] Fadl b. Abbâs’ın (r.a.) rivâyetine göre, hastalığının şiddetlendiği günlerde Resûlullah (a.s.): “Başımı bağlayın; belki Mescit’e çıkarım!” buyurdu. Bunun üzerine Fadl, onun (a.s.) başını bir sargıyla bağladı, ardından iki kişiye yaslanarak Mescit’e çıktı. Minbere çıkıp oturdu. Sonra: “Ey Fadl, insanlara seslen de buraya gelsinler” dedi. İnsanlar gelip toplanınca Resûlullah (a.s.), kalkıp onlara hitap etti. Hitâbesinde şöyle buyurdu:

“Ey insanlar! Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a hamd ederim. Artık aranızdan ayrılma vaktim yaklaştı. Ben de ancak bir beşerim. Bakın, ben kimin sırtına kamçı vurmuş isem işte sırtım, gelip sırtıma vursun, misilleme yapsın. Ben kimin malını almış isem, işte malım gelsin alsın. Ben kimin ırzına küfretmiş isem, işte ırzım gelip misilleme yapsın. Ve hiç kimse: ‘Resûlullah’ın kınamasından, kin beslemesinden korktuğum için misilleme yapmadım’ demesin. Bilesiniz ki, kınamak, kin beslemek benim şanımdan ve huyumdan değildir. Sizin aranızda en çok sevdiğim kişi, şâyet bende varsa gelip hakkını alan veya bana hakkını helal eden kimsedir. Gönül rahatlığıyla O’nun huzuruna gitmek istiyorum.” Sonra da minberden indi ve öğle namazını kıldı. Daha sonra yine minbere çıkıp kınama ve diğer hususlarla ilgili önceki sözlerini tekrarladı.[38]Hz. Peygamber (a.s.), dünya hayatında, en son akşam namazını kıldırmıştır. Hz. Abbâs’ın hanımı Ümmü’l-Fadl bint Haris’den: “Resûlullah (a.s.), elbisesini giyinmiş olduğu halde el-Mürselât Sûresi’ni okuyarak evinde akşam namazı kıldırdı. Bundan sonra, ahiret âlemine alınıncaya kadar bir daha namaz kıldırmadı” dediği rivâyet edilmiştir.

Hz. Peygamber (a.s.), dünya hayatında, en son Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) imamlığında sabah namazını kılmıştır ve: “Ümmetinden birisi, kendisine imamlık etmedikçe ahiret âlemine alınmış bir peygamber yoktur” buyurmuştur.[39] Hz. Peygamber (a.s.) daha önce de Tebûk Seferi’nde Hıcr ile Tebûk arasında bir konak yerinde Abdurrahman b. Avf ’ın (r.a.) imamlığında sabah namazının ikinci rekatını kılmıştır. Tebûk Seferi’nde sahabeler, ihtiyacını gidermek ve abdest almak üzere uzaklaşan Hz. Peygamber’in (a.s.) gecikmesi ve sabah namazı vaktinin çıkabileceği korkusuna kapılmaları üzerine Abdurrahman b. Avf ’dan (r.a.) namazı kıldırmasını istemişlerdir.[40]

Hz. Peygamber (a.s.), vefat ettiği gün, nezdinde bulunan yedi dînârı infak etti ve kölelerini âzat etti.[41]
Hz. Peygamber’in (a.s.) son vasiyeti: “Namaza ve sağ elinizin sahip olduğuna (kölelerinizin hukukuna veya zekâta) dikkat edin” olmuştur.[42] Resûlullah’ın (a.s.), Pazartesi günü rahatsızlığı hafifleyince, Hz. Ebû Bekir (r.a.) izin alarak Sünuh’taki ailesinin yanına gitti. O gittikten sonra, Resûlullah (a.s.) vefat etmiş ve üzeri Yemen yapısı bir hibre kumaşı ile örtülmüştü.

Hz. Peygamber’in (a.s.) sütanne Halîme-i Sa’diyye’nin yanındayken konuşmaya başladığında ilk sözleri: “Allahu Ekber”,[43] dünya hayatına veda ederken iseson sözleri: “Allah’ım bana mağfiret et ve beni Yüce Dost ile beraber kıl “olmuştur.[45]

Bu arada Suffa ashabından Salim b. Ubeyd el-Eşca’î (r.a.), Sünuh’a gidip Hz. Ebû Bekir’e (r.a.) Hz. Peygamber’in (a.s.) vefat ettiğini haber verdi. Hz. Ebû Bekir (r.a.), hemen atına binip Medine’ye geldi; Mescid’e girdi, orada durmayıp Hz. Peygamber’in (a.s.) vefat ettiği Hz. Âişe’nin hücresine vardı. Sonra ona (a.s.) yöneldi ve onu (a.s.) alnından öptü: “Anam-babam sana feda olsun ey Allah Resûlü! Yemin ederim ki, Allah, senin üzerinde iki ölümü bir araya getirmeyecektir. Kaderine yazılmış olan ölüme gelince zaten sen öldün!” dedi. Örtüyü Resûlullah’ın (a.s.) yüzüne örtüp insanların yanına çıktı. İnsanlar bu büyük musibet karşısında kendilerinden geçmiş vaziyette iken, Hz. Ömer (r.a.), onlarla: Hz. Peygamber’in (a.s.) vefat ettiğini söyleyenleri öldürmekle tehdit eden sözlerle konuşuyordu.
Hz. Ebû Bekir (r.a.): “Otur ey Ömer!” dedi. Hz. Ömer (r.a.), oturmak istemedi. Hz. Ebû Bekir (r.a.), onun susmadığını görünce, insanlara dönerek seslendi, insanlar onun sözlerini işitince, Hz. Ömer’i (r.a.) dinlemeyi bırakıp ona yöneldiler. Hz. Ebû Bekir (r.a.), minbere çıktı. Allah’a hamd-ü sena etti ve Hz. Peygamber’e salât-ü selâm getirdi ve Müslümanlara şöyle hitap etti:

“Şahadet ederim ki, Allah birdir, O’ndan başka ilah yoktur, O’nun hiçbir ortağı ve benzeri yoktur. Yine şahadet ederim ki, Muhammed O’nun kulu ve Resûlüdür. Yine şahadet ederim ki, Kitap (Kur’ân) nâzil olduğu, din meşru kılındığı, hadîs irat edildiği, söz söylendiği gibi mahfûzdur. Allah, apaçık bir hakikattir.

” Hz. Ebû Bekir (r.a.), uzun uzadıya konuştu. Ardından şöyle dedi: “Ey insanlar! Muhammed’e kulluk eden var idiyse bilsin ki Muhammed muhakkak ölmüştür. Allah’a tapanlara gelince, şüphesiz Allah diridir, ebediyyen bakidir.” Hitabesinde şu meâldeki âyetleri de okudu:
1- “Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür ya da öldürülürse, gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim (böyle) geri dönerse, Allah’a hiçbir şekilde zarar vermiş olmayacaktır. Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır”.[46]
2- “Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecekler”.[47]
3- “Her canlı ölümü tadacaktır.”[48]

4- “O’nun Zâtı’ndan başka her şey yok olacaktır.”[49]
5- “Yeryüzünde bulunan her canlı yok olacak. Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâki kalacak.”[50]
6- “Sizin yanınızdakiler tükenir, Allah katındakiler ise bakidir.”[51]
7- “Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun.”[52]
Hz. Ebû Bekir (r.a.), bu âyetleri okuduktan sonra sözlerine şöyle devam etti: “Yüce Allah, işini size vasiyet etmiştir, onda ümitsizlik ve sabırsızlığa düşmeyiniz.
Şüphesiz Allah, sizin yanınızdakilere karşı, kendi yanındaki şeyleri Nebisi için (dünyaya karşı âhireti) tercih etmiştir. Onu, rahmetine çekip almış, Kitabı’nı ve Nebisi’nin Sünneti’ni sizde bırakmıştır. Bu ikisine sarılan doğruyu bulur, o ikisinin arasını ayıran sapıtır.
Şeytan, Peygamberinizin ölümü sebebiyle sizi aldatmasın, dininizden saptırmasın. Şeytanı aciz bırakacağınız şeyde, acele davranınız. Size ulaşmasına fırsat vermeyiniz.” Mûsâ b. Ukbe’nin rivâyetine göre şu ifadeler de Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) hitâbesinde yer almıştır:
“Doğrusu Yüce Allah, dinini yeryüzüne sabit kılıp Allah’ın emrini hükümran kılıncaya ve ilâhi mesajı tebliğ edip Allah yolunda cihad edinceye kadar Muhammed’i (a.s.) yaşattı. Sonra onu bu halde iken vefat ettirdi. Sizi yolda bıraktı. Artık bir kimse helak olacaksa beyyineden/belgeden sonra helak olacaktır.Allah, her kimin Rabbi ise bilsin ki, Allah diridir, ölmez. Her kim Muhammed’e taptıysa ve onu ilâh yerine koyduysa bilsin ki, onun ilâhı yok olmuştur!

Ey insanlar! Allah’a karşı gelmekten sakının! Dinine sarılın! Rabbinize tevekkül edip dayanın! Zira Allah’ın dini, dimdik ayaktadır. Allah’ın kelimesi bakidir. Allah, kendi dinine yardım edene yardımcı olacak ve dinini güçlendirecektir. Allah’ın Kitabı aramızdadır. O Kitap, nur ve şifadır. O Kitap vasıtasıyla Allah, Muhammed’i (a.s.) doğru yola iletti. Onda, Allah’ın helal ve haramı vardır.Yemin ederim ki, Allah’ın yarattıklarından her kim bize hücum ederse aldırmayız. Allah’ın kılıçları kınlarından çekilmiştir. Artık bu kılıçları elimizden düşürecek değiliz. Bize muhalefet edenlere karşı tıpkı Resûlullah’ın yaptığı gibi cihad edeceğiz. Hiç kimse haddi aşıp tecavüzde bulunmasın. Aksi halde kendi aleyhine davranmış olur!”.[53]

Sahabe, Resûlullah’ın (a.s.) vefat ettiği Pazartesi gününün zevalden sonraki kısmı ile Salı günü, Hz. Ebû Bekir’e biat işi ile meşgul oldu. Ashab, Hz. Ebû Bekir’e r.a.) hilâfet konusunda biat işini tamamlayıp sükûnet sağlandıktan sonra Resûlullah’ın (a.s.) teçhizine başladı. Bu hususta karşılaştıkları müşküllerde Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) rehberliğine başvurdular.[54] Resûlullah (a.s.), cenazesinin yıkanması ve benzeri hizmetleri, yakın akrabaları: Hz. Ali (r.a.), Hz. Abbâs (r.a.), Hz. Abbâs’ın (r.a.) iki oğlu Fadl ( الفضل ) ve Kusem ( قثم ) ile Üsâme b. Zeyd yaptı. Resûlullah’ın (a.s.) azatlısı Şukrân ( (شقران da yardımcı olmuş, Hazrec’den Evs b. Havlî ( أوس بن خولى ) ise ricada bulunması neticesinde Resûlullah’ın (a.s.) teçhiz ve tekfinine katılmasına Hz. Ali (r.a.) izin vermiştir. Elbisesi (a.s.) çıkarılmadan cenazesi yıkandı. Hz. Ali (r.a.), yıkama sırasında onu (a.s.) kucaklayarak çeviriyordu.[55]

İlk asır Müslüman tarihçilere göre, Hz. Peygamber’in (a.s.) sırtında, hayat hikâyesinde birçok kez sözü edilen bir tür et beni vardı. Ölümünden sonra, kendisini son kez yıkayanlar, bu beni artık bulamadılar. Bunun “Risâlet Mührü” olduğuna inanılmıştır; vefatı üzerine peygamberlik görevi sona erdiği için, bu mühür geri alınmıştır.[56]

İbn İshâk’ın İbn Abbâs’tan naklettiği rivâyete göre, Salı günü teçhiz işi tamamlanınca, Resûlullah (a.s.) Hz. Âişe’nin (r.anha) hücresindeki sedirin üzerine konuldu. Müslümanlar onu nereye defnedecekleri hususunda ihtilaf ettiler. Farklı görüşler ortaya çıktı. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir (r.a.), Resûlullah’ın (a.s.): “Her peygamber, mutlaka vefat ettiği yere defnedilmiştir”: ( مَا قُبِضَ نَبِىٌّ إِلاَّ دُفِنَ حَيْثُ 57 ](يُقْبَضُ ] şeklindeki ifadelerini kendisinden (a.s.) işittiğini söyledi.

Ashâb, Resûlullah (a.s.) için mezar kazmak isteyince Hz. Abbâs, iki adam çağırıp birini Ebû Ubeyde b. Cerrâh’a, diğerini Ebû Talha Zeyd b. Sehl el-Ensârî el-Neccârî’ye[58] gönderdi. Ebû Talha’ya giden adam, Ebû Talha’yı bulup getirdi. Bunun üzerine Resûlullah’ın (a.s.) yatağı bulunduğu yerden kaldırıldı. Ebû Talha da oraya lahit şeklinde bir mezar hazırladı. Sonra insanların peş peşe Resûlullah’ın (a.s.) huzuruna girip cenaze namazı kılmalarına izin verildi. Önce erkekler, sonra kadınlar, sonra çocuklar akın akın gelip cenaze namazı kıldılar. Şöyle ki: Önce Cebrâil (a.s.) melekle birlikte, sonra Ehl-i Beyt; yani Hz. Ali ve Abbâs b. Abdilmuttalib ile birlikte Benî Hâşim mensupları, sonra muhacirler, ardından ensâr, nihayet diğer Müslümanlar gruplar halinde Resûlullah’ın (a.s.) cenaze namazını kıldılar. Cenaze namazı kılınırken kimse imamlık yapmadı. Resûlullah (a.s.), Çarşamba gecesi, gece yarısı toprağa verildi.[59]
İbn İshâk, Resûlullah’ın (a.s.) vefatından sonra ortaya çıkan psikolojik ortamı ve siyasî gelişmeleri şu çarpıcı ve özlü ifadelerle anlatır: “Resûlullah’ın (a.s.) vefatı üzerine Araplar arasında dinden dönme hareketleri başladı. Yahudilik ve Hıristiyanlık baş kaldırdı. Münafıklık açığa çıktı. Peygamberlerini yitirmelerinden dolayı Müslümanlar, soğuk kış gecelerinde sağa sola kaçışan koyunlara döndüler. Nihayet Allah, Ebû Bekir (r.a.) vasıtasıyla onları derleyip toparladı”.[60]

Hz. Peygamber’in (a.s.) vefatı dolayısıyla ashab tarafından birçok mersiye/ ağıt söylenmiştir. Misal olarak yalnızca -Hz. Peygamber’in (a.s.) halası- Ervâ bint Abdilmuttalib’in (r.anha) terennüm ettiği mersiyeyi meâlen nakledeceğiz:

“Agâh ol, ey göz! Yazık sana! Sağ kaldıkça, beni gözyaşınla mutlu et. Bana itaat
et!

Dikkat et, ey göz! Sana yazıklar olsun! Beldelerin nuruna ağlamaya başla ve beni memnun et!

Eğer bir kadın seni kınarsa, ona şöyle de: Neye göre ve hangi hususta beni kınıyorsun?
Yazık sana! Bütün beldelerin nuru, Allah’ın Resûlü Ahmed’e ağladığım için mi beni kınıyorsun? Beni kendi halime bırak!
Eğer bırakmıyorsan, beni kınamaktan vazgeç! Sen, kendi düşündüğün şeyi kına! Yahut beni terk et!
Ben, belimi büken, beni sarsan ve yenilendikten sonra, başımın önündeki saçları ağartan duruma ağlıyorum!
Ey Allah Resûlü! Sen bizim ümidimizdin.
Bize çok iyi davranırdın, katı değildin.
Çok şefkatli, pek merhametli bir peygamberdin.
Ağlayan kimse bugün senin için gözyaşı akıtsın!
Ömrüne yemin olsun ki ben, Peygamber öldü diye ağlamıyorum.
Ancak, ondan sonra meydana gelecek karışıklığa ağlıyorum.
Muhammed’i anmaktan dolayı sanki kalbimi dağlıyorum.
Peygamberden sonra artık dağlayıcılardan korkmuyorum.
Ey Fâtıma! Yesrib’de (Medine’de) akşam vakti kazılan kabrin sahibine Muhammed’in Rabbi salât etsin!
Hasan’ın babası! Sen de ondan ayrıldın ve onu terk ettin.
Şimdi hüzünle ağla, ömrünün sonuna dek, mateme bürünerek…
Feda olsun Resûlullah’a; annem, teyzem, halam ve kendi nefsim…
Sen sabrettin ve doğrulukla mesajını ilettin.
Parlak ve berrak din bayrağını yerine diktin.
Eğer insanların Rabbi, seni aramızda bıraksaydı, mutlu olurduk.
Ancak bu talebimiz mazide kaldı.
Allah’tan sana selâm olsun
Adn cennetleri sana makam olsun!”[61]
Bazı rivâyetlere göre Hızır (a.s.), ashâbı -Allah hepsinden razı olsun- ziyaret edip taziyede bulundu ve: “Allah katında her musibetin bir tesellisi, her gidenin bir halefi ve her kaybın bir telafisi vardır. Allah’a güvenin ve ondan isteyin. Asıl musibete uğrayan, sevaptan mahrum kalandır”[62] meâlindeki sözlerle onları teselli etti.


Kasım Şulul, Son Peygamber Hz. Muhammed’in (a.s.) Hayatı, 2014, ss.895-903

[24] İbn Hişâm, IV,291; Taberî, IV,3; İbn Kesîr, IV,443.
[25] Vâkıdî, III,1117-1120; İbn Sa’d, II,189-190; III,8; Taberî, IV,4,6; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, I,54-55; İbn Hibbân, s. 398,400; Zürkânî (1996 n.), IV,148; XII,79.
[26] Vâkıdî, I,7; III,1120; İbn Sa’d, II,191,272-273; III,8,186; Halîfe b. Hayyât, s. 58; İbn Kuteybe, el- Maârif, s. 165-166; Taberî, IV,4,19; İbn Hibbân, s. 398,400; Semhûdî, I,317; Zürkânî (1996 n.), IV,152.
[27] İbn Hişâm, IV,303,312,314; Taberî, IV,7-8,17-18; İbn Kesîr, IV,443.
[28] İbn Hişâm, IV,314.
[29] İbn Kesîr, IV,194; İbn Hacer, Fethü’l-Bârî, VIII,129.

30] Şâmî, XII,229,230, 232-233.
[31] İbn Sa’d, II,204-205; Zürkânî (1996 n.), XII,75.
[32] Taberî, IV,11-12.
[33] Vâkıdî, II,655-656.
[34] Buhârî, “el-Megâzî”, 64/85; Ali b. Ahmed b. Said b. Hazm el-Endelüsî el-Kurtubî (v. 456/1064), el- Muhallâ, Beyrut ts., Dârü’l-Afâki’l-Cedîde neşri, XI,25; İbn Hacer, Mukaddimetü Fethü’l-Bârî, s. 74;
Fethü’l-Bârî, VIII,131.
[35] İbn Hişâm, III,352; İbn Sa’d, II,202-203; el-Mes’ûdî, et-Tenbîh, s. 257-258; Taberî, III,257; Zürkânî
(1996 n.), XII,94.

[36] Buhârî, Ezan, 47; Müslim, Salât, 97.
[37] el-Kettânî, Resûl-i Ekrem’in Yönetimi, I,146.
[38] Şâmî, XII,242-243.

[39] Beyhakî, VII,189-202.
[40] Vâkıdî, III,1011-1012.
[41] Şâmî, XII,250.
[42] Süheylî, VII,576; Şâmî, XII,256.
[43] Süheylî, VII,575.
[44] Hadîs şârihleri, “Yüce Dost ile beraber kıl” ibaresinde kastedilenin: “Kim Allah’a ve Resûl’e itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!” (en-Nisâ 4/69) meâlindeki âyette belirtilen, peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişiler olduğunu belirtirler.
[45] Müslim, Selâm; Buhârî, “el-Megâzî”, 86.

[46] Âl-i İmrân 3/144.
[47] ez-Zümer 39/30.
[48] Âl-i İmrân 3/185.

[49] el-Kasas 28/88.
[50] er-Rahmân 55/26-27.
[51] en-Nahl 16/96.
[52] en-Nisâ 4/135

[53] Şâmî, XII,298-301.
[54] İbn Kesîr, IV,517.
[55] el-Mes’ûdî, et-Tenbîh, s. 281; Abdülmelik b. Hüseyin el-İsâmî ( العصامي ) el-Mekkî (1049-1111), Simtu’n-Nucûmi’l-‘Avâlî fî Enbâ’i’l-Evâili ve’t-Tevâli ( سمط النجوم العوالي في أنباء الأوائل والتوالي ), I,367 (eş-Şâmile).
[56] Selmân-ı Fârisî (r.a.) ve Herakliyus’un elçisi de kendisine (a.s.) bunu sormuşlardı. Yine bir Arap tabip de bununla ilgilenmiştir (M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, paragraf no: 1917).
[57] İbn Mâce, “Cenâiz”, 1628; Hâris b. Ebî Üsâme (186-282) – Hafız Nureddin el-Heysemî, Müsnedü’l- Hâris (Zevâidü’l-Heysemî), thk. Hüseyin Ahmed Salih el-Bekrî, Medine 1992, I,885 (hadîs no: 955);İbn Sa’d, II,292; İbn Hibbân, Sikât, thk. Seyyid Şerefüddin Ahmed, Dârü’l-Fikr 1995, II,159; Ahmed b. Ebî Bekr b. İsmâil el-Kenânî (762-840/1360-1436), Misbâhü’z-Zücâce, thk. Muhammed Müntekî el-Keşnâvî, Beyrut 1403, II,57 (Bâbu Vefâti Resûlillah -a.s.- ve Defnihi: 46); Ebû Bekr Ahmed b. Amr b. Abdilhâlik el-Bezzâr (215-292), Müsnedü’l-Bezzâr, thk. Mahfûzurrahmân Zeynullah, Beyrut 1409, I,71,130,186; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, I,55; İbn Hacer, Fethü’l-Bârî, I,529.
[58] Ebû Talha Zeyd b. Sehl İçin bkz. İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, VI,192-194.
[59] İbn Hişâm, IV,313-314; İbn Kesîr, IV,530,538; İbnü’l-Mibred, s. 18; Zürkânî (1996 n.), XII,127.
[60] İbn Kesîr, IV,554.

[61] Şâmî, XII,284-285.

Zehra Nassan

Comments are closed.