Tebük Gavzesi

tebük gavzesiRecep H. 9, bir Perşembe günü[138] veya
1 Recep H. 9, Pazartesi.[139]

Tebûk, Şam (Suriye) ile Vâdilkurâ ve Hicâz’ı biribirine bağlayan ve üçünün kesiştiği bir noktada yer alan bir şehirdir. Tebûk, Medine-Suriye ticaret yolu üzerinde,Medine’ye 700, Dımeşk’e 500 km uzaklıkta, deniz seviyesinden 800 metre yüksekliktedir. Yakût el-Hamevî’ye göre, Medine’ye 12 günlük mesafededir.

İslâm’ın ilk yıllarında Kudâa ve Kelb kabilelerinin yoğun olarak yaşadığı Tebûk ve çevresi Bizans hâkimiyeti altındaydı ve halkının çoğu Hıristiyan’dı.[140] Günümüzde Suudi Arabistan’ın sınırları içinde kalan Tebûk, Ürdün sınırının yaklaşık 140 km güneyinde, Hicaz demiryolu üzerindedir.
Tebûk Seferi, hicrî 9. yılın kurak ve kavurucu, sıcağı şiddetli güz günlerinde[141] ve mahrumiyetler içinde vuku bulduğu için ona “Gazvetü’l-Usra” (güçlük harbi) denilmiştir.[142]
Kur’ân-ı Kerîm, Tebûk Seferi’ne “sâatü’l-usre” (güçlük saati) ismini vermiş ve hâdiseye şöyle işaret etmiştir: “Gerçek şu ki Allah, Müslümanlardan bir grubun kalbleri neredeyse kaymak üzereyken, Peygamber’i ve güçlük zamanında (sâati’l-usre) ona uyan muhâcirlerle ensârı affetti. Sonra da tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara karşı çok şefkatli, pek merhametlidir”.[143]
Nifak ehlinin iç yüzünü, fitne ve fesadını faş eden âyetlerin inişne sebep teşkil ettiği için Tebûk Seferi’ne “Gazvetü’l-Fâdîha” denmiştir.Kaynaklarda, Tebûk Seferi’nin düzenlenmesi nedenine dair üç farklı gerekçe zikredilmiştir:

Birincisi: İslâm’ın Arabistan’daki özellikle de Kuzey Arabistan’daki hızlı ilerleyişinden kaygı duyan ve İslâm düşmanı Ebû Âmir gibi Hıristiyan Araplar tarafından Arabistan’ı istila etmeye kışkırtılan Bizanslıların,[144] Medine’ye doğru yürüyüp Müslümanları ezmek amacıyla yarımadanın sınır boylarında büyük bir kuvvet toplamakta oldukları yolunda -Medine’ye zeytinyağı getirip satan Nebâtî tüccarların- ulaştırdıkları ciddi haberlerdir.[145]
Çağdaş batılı araştırmacılara göre Bizans askeri güçleri, o sıralarda -İranlıların yenilgisi ardından- Ürdün’ün doğu bölgelerinde hâkimiyet kurmakla meşguldü.[146]

İkincisi: Medine’de kalan Yahudilerin: “Ey Ebu’l-Kasım! eğer iddianda doğru isen, Şam’a gidip yerleşiver; çünkü, orası peygamberler yurdudur” şekilinde kendilerine ait bir takım dinî gerekçelerle Hz. Peygamber’i (a.s.) Suriye’ye girmeye teşvik etmişlerdir.[147] Onların asıl amacı ise genç İslâm toplumunu -zamansız bir şekilde- Bizans İmparatorluğu’yla karşı karşıya getirmek ve İslâm’ı mağlup olmasını sağlamaktır. Bunun üzerine Resûlullah (a.s.) Tebûk’a sefer düzenledi.Asıl amacı ise Şam’ı fethetmekti. Tebûk’a ulaşınca inen: “Yine onlar, seni yurdundan çıkarmak için nerdeyse dünyayı başına dar getirecekler. O takdirde, senin ardından kendileri de fazla kalamazlar”[148] meâlindeki âyetlerle Yahudilerin asıl amacı bildirildi.[149]

Üçüncüsü: Yüce Allah, müşriklerin, hac mevsimi ve diğer günlerde Mescid- i Harâm’a yaklaşmalarını yasaklayınca, Kureyşliler: “Kesinlikle ticaret ve pazar yollarımız kesilecek, bu sayede elde ettiğimiz menfaatler kaybolacaktır”dediler. Allah da onlara, bu kayıplarını karşılamak üzere, Müslüman oluncaya veya başları eğik bir şekilde kendi elleriyle cizye verinceye kadar Ehl-i Kitapla savaşmalarını şu meâldeki âyetlerle emretti: “Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir. Onun için bu yıllarından sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız, (biliniz ki) Allah dilerse sizi kendi lütfünden zengin edecektir.

Şüphesiz Allah iyi bilendir, hikmet sahibidir. Kendilerine Kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dinini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.”[150]
Her ne sebeple olursa olsun, hem “Ey iman edenler! Kâfirlerden yakınınızda olanlara karşı savaşın ve onlar (savaş anında) sizde bir sertlik bulsunlar. Bilin ki, Allah muttakilerle beraberdir” [151] meâlindeki âyette hem de İbn Abbâs, Ebu’l-Hac- câc Mücâhid b. Cebr el-Mekkî el-Mahzûmî (21-103/642-721) ve Saîd b. Cübeyr’den nakledilen bir rivâyette işaret edildiği üzere,[152] Tebûk Seferi, Arap Yarımadası dışına taşma seviyesine gelen ve dinlerini tüm dünyaya yayma potansiyeline sahip olan yeni İslâm toplumuna bir hedef gösterme anlamı da taşır. O zamanlar Bizans İmparatorluğu, Arabistan’ın birinci derecede komşuları olan Suriye, Filistin ve Mısır gibi ülkelere hâkimdi. Bizans’ın bu ülkelere olan hâkimiyeti, Arabistan topraklarında doğan İslâm’ın dış dünyaya yani küçük Asya ve Afrika’ya açılmasına set çekmiş bir haldeydi.
Hz. Peygamber (a.s.) Bizans’tan gelmesi muhtemel saldırıya karşı tedbir olarak,sefer hazırlıklarını başlattı.
Hz. Peygamber (a.s.), gazaya niyetlendiğinde, kimlere karşı savaşacağını gizli tutar ve değişik ihtimalleri akla getirecek şekilde konuşurdu. Böylece düşmanın mukavemet için hazırlık yapmasına fırsat verilmemiş ve tarafların gereksiz zayiat vermesi engellenmiş olurdu. Tebûk Seferi’nde ise böyle yapmadı; hazırlıkların gerektiği gibi yapılabilmesi için hedefi ilân etti.[153]Tebûk Seferi’nde kadın-erkek bütün Müslümanlar, katılmak veya gidenlere yardımcı olmak için her türlü imkânlarını seferber etmiş, münafıklar ise katılmamak için bahaneler uydurmuşlardır:Seferin yaz mevsiminin sıcak günlerine ve hasat dönemine denk gelmesi, Bizans İmparatorluğu lejyonlarının dehşet verici şöhreti, münafıkların, sefer hazırlıkları esnasında, Resûlullah’ın (a.s.) aleyhine propaganda yaparak Bizans’a karşı savaş ilân etmenin bir çılgınlık ve intihar olduğunu halk arasında yaymalarına sebep oldu.

Münafıklar ve bazı Müslümanlar, Hz. Peygamber’e (a.s.) gelip çeşitli mazeretler öne sürerek sefere gitmemek için izin istedi. Bunlar 80 küsur[154] kişiydi.

Sefere katılmayanlar arasında üç imanlı salih kişi de vardı. Bu sahabeler:

1- Benî Selime’den Ebû Abdillah Kâ’b b. Mâlik b. Ebî Kâ’b Amr el-Hazrecî (v. 50/670): Hz. Peygamber’in (a.s.) meşhur üç şairinden biri olup, hicretten sonra Talha b. Ubeydillah veya Zübeyr b. Avvâm ile kardeşlik bağı (muâhât) kurulmuştur.[155]
2- Benî Amr b. Avf ’dan Mürâre b. Rebî’ el-Ensârî el-Evsî, Bedir gâzîsidir. Onun aslen Kudâa’dan olup Benî Amr b. Avf ’la ittifak/hilf yaptığına dair bir görüş de bulunmaktadır.
3- Hilâl b. Ümeyye b. Âmir el-Evsî el-Ensârî el-Vâkıfî’dir. Medine’deki Vâkıf oğullarından ilk Müslüman olanlar arasında yer alır. Hilâl b. Ümeyye’nin annesi, [Hz. Peygamber’in (a.s.) Medine’ye muhacir olarak geldiği ilk günlerde evinde misafir kaldığı] Külsûm b. Hidm’in kız kardeşi Üneyse bint Hidm’dir. Kabilesinin,putlarını kırmasıyla tanınan Hilâl, Bedir ve Uhud savaşlarına katılmış, Mekke’nin fethinde kabilesinin bayrağını taşımıştır.[ 156]
Üçü de sefere katılmayıp Medine’de kalmak için kesin bir karar almadılar ve özür de beyan etmediler. O mevsimde Medine’den ayrılmak onlara o kadar sevimsiz geldi ki, hazırlık yapmaya başlayamadılar ve bu işi hep ertelediler. Orduya katılmak istediklerinde ise iş işten geçmiş ve birlikler gitmişti.Müslümanlar, sefer için hızla hazırlığa koyuldu. Zenginler, ordunun teçhizatı konusunda birbiriyle yarıştı. Hz. Osman, ordunun üçte birinin, yani on bin kişinin askerî teçhizatını tek başına temin etti, ayrıca bin dinar nakit para bağışında bulundu. Hz. Peygamber (a.s.), onun bu davranışına çok sevindi ve:“Allah’ım Osman’dan razı ol; zira ben ondan razıyım.”diye dua etti.[157] Hz. Ömer (r.a.) de yüklü bir yardımda bulundu ve Resûlullah (a.s.), kendisine ne gibi bir yardımda bulunduğunu sorması üzerine: “Sahip olduğum bütün servetin yarısını” diye cevap verdi. Hz. Ebû Bekir (r.a.) ise mal varlığının tümü olan dört bin dirhemi getirebildi; evine sadece Allah’ın ve O’nun Resûlü’nün sevgisini bıraktığını söylediği zaman, onun bu davranışı diğerlerinden daha büyük bir sevinç ve heyecana neden oldu. Yapılan bu gönüllü yardımlardan başka, Resûlullah (a.s.), Arabistan’ın dört bucağında görevlendirdiği vali ve memurlarından, elleri altındaki devlet hazinesinde kalmış olan her şeyi göndermelerini talep etti. Basra körfezi bölgesinden gelen yardımlarla ilgili olarak, çok sayıda resmî belge vardır. Zenginlerden de zekâtlarını zamanından önce ödemeleri istendi.

Böyle olduğu halde sefere katılmak isteyen herkese yetecek kadar binek ve savaş malzemesi yoktu. O sırada inen: “Kendilerine binek temin etmen için sana geldiklerinde: ‘Size binek bulamıyorum’ dediğin zaman, Allah yolunda harcayacak bir şeye sahip olamadıkları için üzüntüden göz yaşı dökerek geri dönenlere de sorumluluk yoktur” [158] meâlindeki âyet Hz. Peygamber’in (a.s.) binek ve savaş malzemesi sağlayamadığı için istemeyerek geri çevirdiği, bunun üzerine ağlamaya başlayan, beşi ensârdan, ikisi Müzeyne ve Gatafân’dan olan “yedi ağlayan kişi”nin (bekkâîn) durumu hafızalara işlendi. O günden itibaren bunlardan türeyenlere Benu’l-Bekkâ (ağlaşanların çocukları) adı verildi.[159]
Bütün müttefikler de katıldıktan sonra -Müslümanların o günkü imkânlarına göre- 10000’i atlı, 12000’i deve binitli: 30000 bin kişilik bir ordu teşekkül etmiş oldu.[160] Şehrin dışına bir kamp kuruldu ve herkes hazır olup Hz. Peygamber (a.s.) da yola çıkıp komutayı ele alana kadar ordu Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) yönetimine verildi.

Hz. Peygamber (a.s.) Tebûk Seferi’nde, Medine’de idari işler için Sibâe b. Urfute el-Gıfârî ( سباع بن عرفطة الغفاري ), Muhammed b. Mesleme (r.a.) veya Ebû Ruhm el-Gıfârî’yi (r.a.) vekil bıraktığına dair rivâyetler bulunmaktadır. İbn Ümmü Mektûm ise namaz imamlığı için vekil bıraktı.[161]

O (a.s.), ev halkının işleriyle meşgul olmak üzere ise Hz. Ali’yi (r.a.) bıraktı. Hz. Ali (r.a.), orduyla birlikte Seniyetülveda’ya kadar gitti. Hz. Peygamber (a.s.): “Muhakkak ki burada, ya ben kalacağım ya da sen kalacaksın” buyurup ev halkının işleriyle meşgul olmak üzere onu Medine’de bıraktı.Bunun üzerine Hz. Ali (r.a.), ağlayarak: “Ey Allah Resûlü! Sen, ne tarafa gidersen, ben, senin yanında bulunmaktan başka bir şey istemezdim! Beni, çocuklar ve kadınlar içinde vekil mi bırakıyorsun?”
dedi. Münafıklar, Hz. Ali’yi (r.a.) önemsemediği için onu Medine’de bıraktığı propagandasını yapmaları üzerine Hz. Peygamber (a.s.): “Bana göre sen, Mûsâ’ya göre Harun gibi olmaya razı olmaz mısın? Şu kadar ki, benden sonra peygamber yoktur!”: ( أَفَلا تَرْضَى أَنْ تَكُونَ مِنّي بِمَنْزِلَةِ هَارُونَ مِنْ مُوسَى؟ إلا أَنّهُ لا نَبِيّ بَعْدِي ) buyurdu. Hz. Ali, hemen geri dönüp öyle hızlı yürüdü ki ayaklarının kaldırdığı tozların göğe yükseldiği görüldü.[162]
Hz. Peygamber (a.s.) Tebûk Gazvesi (Recep H. 9) sırasında Hicr’den[163] geçerken ashabına buradan su almamalarını bildirmiş, onların: “Biz bu kuyunun suyundan alıp hamur yoğurduk, kaplarımızı doldurduk” demeleri üzerine: “Öyleyse hamuru atın, aldığınız suyu da dökün” buyurmuştur.[164] Bir rivayete göre de hamuru develere yedirmelerini, Hz. Salih’in (a.s.) devesinin içtiği kuyudan su almalarını istemiştir.[165] Başka bir rivayete göre ise Resûlullah (a.s.) Hicr’den geçerken:
“Kendilerine zulmedenlerin meskenlerine, onların başına gelen felâketin sizin de başınıza gelmemesi için ağlayarak girin, aksi halde girmeyin” demiş ve devesini hızla sürerek oradan uzaklaşmıştır.[166]

Resûlullah (a.s.), Tebûk ile Medine arasında 16’ya yakın mescit edindi.[168] Bu mescitler namazgâh (musalla, cebbâne/sahra, ıydgâh/bayram yeri) şeklinde olup uygun bir alanın temizlenip etrafına taşlar dizilerek sınırları belirlenen yerlerdir. Daha sonraki dönemlerde Müslümanlar, Asr-ı Saâdet’ten izler taşıyan bu gibi pek çok yerde câmi, mescit ve namazgâhlar inşa etmiş ve Asr-ı Saâdet hatıralarını yaşatmaya çalışılmışlardır.
Hz. Peygamber (a.s.), ordusuyla Tebûk’a kadar ilerledi.[169] O (a.s.), Tebûk’ta –Ahmed b. Hanbel’den nakledilen rivâyete göre- ashâbına şöyle hitap etmiştir: “Size insanların en hayırlısını ve şerlisini haber vereyim mi? Şüphesiz ki ölünceye kadar atının sırtında veya devesinin sırtında veyahut ayakları üzerinde Allah yolunda çalışan insan, insanların en hayırlılarındandır. Şüphesiz ki, facir, cüretkâr ve Kur’ân’ı okuyup da ondan hiç yararlanmayan kişi de insanların en şerlilerindendir”: 

 أَلاَ أُخْبِرُكُمْ بِخَيْرِ النَّاسِ وَشَرِّ النَّاسِ إِنَّ مِنْ خَيْرِ النَّاسِ رَجُلاً عَمِلَ فِى سَبِيلِ اللهِ عَلَى ظَهْرِ فَرَسِهِ أَوْ عَلَى ظَهْرِ بَعِيرِهِ أَوْ عَلَى.(قَدَمَيْهِ حَتَّى يَأْتِيَهُ الْمَوْتُ وَإِنَّ مِنْ شَرِّ النَّاسِ رَجُلاً فَاجِراً جَرِيئاً يَقْرَأُ كِتَابَ اللهِ وَلاَ يَرْعَوى إِلَى شَىْءٍ مِنْهُ

Suffe ashabından Ukbe b. Âmir el-Cühenî’den (r.a.)[171] nakledilen rivâyete göre de Resûlullah (a.s.), Tebûk’a ulaşınca, ashâbına daha uzun bir hitâbede bulunmuştur.

Bu hitâbenin bir kısmı meâlen şöyledir:

“Şimdi ey insanlar!.
Şüphesiz ki sözlerin en doğrusu, Allah’ın Kitabı’dır.
Kulpların en sağlamı, takva sözüdür.
Dinlerin en hayırlısı, İbrahim’in dinidir.
Sünnetlerin en hayırlısı, Muhammed’in Sünneti’dir.
Sözlerin en şereflisi Allah’ı zikirdir.
Kıssaların en güzeli Kur’ân’da olandır.
Amellerin en hayırlısı, Allah’ın farzlarıdır.
İşlerin en kötüsü, bidatlerdir.
Yolların en güzeli, peygamberlerin yoludur.
Ölümlerin en şereflisi, şehitlerin ölümüdür.
Körlüklerin en kötüsü, hidayetten sonra dalâlettir.
Amellerin en hayırlısı, faydalı olandır.
Körlüğün en fenası, kalb körlüğüdür.
Veren el, alan elden hayırlıdır.

Az olup yeten mal, çok olup Allah’ı anmaktan oyalayan maldan hayırlıdır.
Özür dilemenin en kötüsü, ölüm gelip çattığı anda olanıdır.
Pişmanlığın en kötüsü de kıyamet gününde olanıdır.
İnsanlardan öyleleri vardır ki, cuma namazına ancak vakti çıktıktan sonra gelirler.
İnsanlardan öyleleri de vardır ki, Allah’ı ancak isteksizce zikrederler.
Hataların en büyüğü, yalan konuşan dilin hatasıdır.
En hayırlı zenginlik, gönül zenginliğidir.
En hayırlı azık, takvadır.
Hikmetin başı, Allah korkusudur.
Kalplere yerleşen en hayırlı şey, yakindir.
Şüphe/tereddüdt küfürdür.
Ölü arkasından ahu figan edip saç-başı yolmak, Câhiliye işlerindendir.
Ganimet mallarına hıyanet, cehennem korlarındandır.
Mısır içkisi ateştendir.
(Bazı) şiir iblistendir.
İçki kötülüğün yeridir/kaynağıdır.
(Bazı) kadınlar şeytanın tuzalarıdır.
Gençlik delilikten bir şubedir.
Kazançların en kötüsü, faiz kazancıdır.
Haram yemenin en kötüsü, yetim malı yemektir.
Bahtlı kişi, başkalarının halinden ders alandır. Bedbaht kişi ise daha annesinin
karnında iken bedbaht olandır.
Her biriniz, dört arşın yere girer; amellerin hesabı ahirete kalır.
Amellerin esası, sonuçlarıdır.
Rüyaların en kötüsü, yalan rüyadır.
Her gelecek yakındır.
Mümine sövmek, fasıklıktır; onu öldürmek, kâfirliktir.
Etini yemek (dedikodusunu yapmak, çekiştirmek) ise Yüce Allah’a isyandır.
Müminin malının haramlığı/dokunulmazlığı, kanının haramlığı/dokunulmazlığı gibidir.

Kim yalan yere Allah adına yemin ederse, Allah onu yalanlar.
Kim bağışlarsa bağışlanır, kim affederse Allah da onu affeder.
Kim öfkesini tutarsa, Allah onu mükâfatlandırır.
Kim uğradığı zarara katlanırsa, Allah ona karşılığını verir.
Kim şöhret ararsa, Allah ona şöhret verir.
Kim sabrederse, Allah ona kat kat mükâfat verir.
Kim de Allah’a isyan ederse, Allah onu cezalandırır.
Allah’ım, beni ve ümmetimi bağışla!
(Hz. Peygamber (a.s.) bu duayı üç defa tekrarladı).
Allah’tan beni ve sizi bağışlamasını dilerim”.

وروى البيهقي عن عقبة بن عامر -رضي الله عنه- أن رسول الله -صلى الله عليه وسلم- لما]
أصبح بتبوك حمد الله تعالى وأثنى عليه بما هو أهله، ثم قال: أيها الناس أما بعد فان أصدق الحديث
كتاب الله، وأوثق العرى كلمة التقوى، وخير الملل ملة إبراهيم، وخير السنن سنة محمد، وأشرف
الحديث الحديث ذكر الله، وأحسن القصص القرآن، هذا وخير الامور عوازمها، وشر الامور محدثاتها
وأحسن الهدى هدى الانبياء، وأشرف الموت قتل الشهداء، وأعمى العمى الضلالة بعد الهدى، وخير
الاعمال ما نفع وشر العمى عمى القب، واليد العليا خير من اليد السفلى، وما قل وكفى خير مما
ومن الناس من لا ياتي الجمعة كثر وألهى، وشر المعذرة حين يحضر الموت، وشر الندامة يوم القيامة،
إلا دبرا، ومنهم من لا يذكر الله إلا هجرا، ومن أعظم الخطايا اللسان الكذاب، وخير الغنى غنى
النفس، وخير الزاد التقوى، وراس الحكمة مخافة الله عز وجل، وخير ما وقر في القلوب اليقين،
والارتياب من الكفر، والنياحة من أعمال الجاهلية، والغلول من جثى جهنم، والسكركة من النار،
والشعر من إبليس، والخمر جماع الاثم، والنساء حبالة الشيطان، والشباب شعبة من الجنون، وشر
المكاسب كسب الربا، وشر الماكل مال اليتيم، والسعيد من وعظ بغيره، والشقي من شقي في بطن
أمه، وإنما يصير أحدكم إلى موضع أربعة أذرع، والامر إلى الاخرة، وملاك العمل خواتمه، وشر
الرؤيا رؤيا الكذب، وكل ما هو آت قريب، وسباب المؤمن فسوق، وقتال المؤمن كفر، وأكل لحمه
من معصية الله عز وجل، وحرمة ماله كحرمة دمه، ومن يتال على الله يكذبه، ومن يغفر يغفر له،
ومن يعف يعف الله عنه، ومن يكظم الغيظ ياجره الله، ومن يصبر على الرزية يعوضه الله، ومن يبتغ
اللهم اغفر لي ولامتي السمعة يسمع الله به، ومن يصبر يضعف الله له، ومن يعص الله يعذبه الله.
172 ] .[-قالها ثلاثا- استغفر الله لي ولكم

Hz. Peygamber (a.s.) daha ileriye gitmek yani Suriye’ye girmek konusunda ashâp ile istişare etti. Böyle bir teşebbüsün zamansız ve gereksiz yere Bizans’ı tedirgin edeceğini bilen ashap, Suriye’ye girilmemesini tavsiye etti.[173]

Hz. Peygamber (a.s.) muhtemelen Bizanslıların Arabistan’ı işgal niyetinde olmadıklarını, henüz böyle bir teşebbüs için hazır olmadıklarını veya şimdilik böyle bir niyetten vazgeçmiş olduklarını tesbit ettiğinden Medine’ye döndü. İslâm ordusu, on küsur veya yirmi gün Tebûk’te kaldı ve Hz. Peygamber (a.s.), bu zaman zarfında, seferi olduğu için namazı kasr üzere kıldı.[174]
et-Tevbe Sûresi’nin bir kısmı Tebûk Seferi’nde bir kısmı ise Tebûk Seferi’nden sonra nâzil olmuştur.[175] Tebûk Seferi’nde ve sonrasında inen âyetler, Müslümanların ve münafıkların, Tebûk Seferi hazırlıklarında, seferde ve sonrasında gösterdikleri tutum ve davranışlarından bahseder.[176] Bazı müfessirlerin açıklamalarından ise et-Tevbe Sûresi’nin 128 ve 129. âyetlerinin Medenî değil Mekkî olduğu anlaşılmaktadır.[177]
Hz. Peygamber (a.s.) zayıf devesi sebebiyle ordudan geri kaldığı için eşyasını sırtlanarak tek başına orduya yetişen Ebû Zer el-Gıfârî’yi (r.a.) görünce: “Allah, Ebû Zer’i esirgesin. O yalnız yürüyecek, yalnız ölecek ve yalnız dirilecektir”
رحم الله أبا ذر، يمشي وحده، ويموت وحده، ويبعث وحده، ويبعث وحده) ) buyurmuştur.[178] Tebûk Seferi neticesinde bölgedeki ve çevredeki kabileleri itaat altına alan[179] Hz. Peygamber (a.s.) seferden döndükten sonra, geride kalan üç sahâbe (Ka’b, Mürâre, Hilâl) hakkında Allah hüküm verinceye kadar onlardan uzak durulmasını ve konuşulmamasını Müslümanlara emretti. Bu üç kişi elli gün boyunca toplum dışı bir hayat sürdüler.
Bu boykot esnasında Gassânî krallardan Hâris b. Ebî Şimr el-Gassânî veya Cebele b. el-Eyhem, Resûlullah’a (a.s.) ihanet edip Suriye’ye gelmesi için Ka’b b. Mâlik’e bir davet mektubu gönderdi; fakat o, bunu şiddetle reddetti. Ellinci gün sabah namazından sonra Hz. Peygamber (a.s.) mescitte Allah’ın onları affettiğini ilan etti. Bu konuda nâzil olan âyetler meâlen şöyleydi: “Andolsun ki Allah, Müslümanlardan bir gurubun kalbleri eğrilmeye yüz tuttuktan sonra, Peygamberi ve güçlük zamanında ona uyan muhacirlerle ensarı affetti.
Sonra da onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara karşı çok şefkatli ( ,(رَءُوفٌ pek merhametlidir ( رَحِيمٌ ). Ve (savaştan) geri bırakılan üç kişinin de tevbelerini kabul etti. Yeryüzü, genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı.

Nihayet Allah’tan (O’nun azabından) yine Allah’a sığınmaktan başka çâre olmadığını anlamışlardı. Sonra (eski hallerine) dönmeleri için Allah onların tevbesini kabul etti. Çünkü Allah tevbeyi çok kabul eden, pek esirgeyendir”.[180] Ka’b b. Mâlik (r.a.), Yüce Allah’ın kendilerini affetmesine o kadar sevindi ki, bütün servetini sadaka olarak vermek istedi. Ancak Resûlullah (a.s.), Ka’b b. Mâlik’e (a.s.) servetinin sadece üçte birini sadaka vermesine izin verdi.[181]


Kasım Şulul,Son Peygamber Hz. Muhammed’in (a.s.) Hayatı,2014,s.799-810.

[138] Vâkıdî, I,7; III,997,1015,1056. İbn Sa’d, II,165,167,168; Belâzürî, Ensâb, I,471; İbn Hişâm, IV,159,170; Halîfe b. Hayyât, s. 56; Taberî, III,341; Beyhakî, V,213,219,304; İbn Asâkir, II,28,32; İbn Kesîr, IV,4,11,32; V,108; Zürkânî (1996 n.), IV,66.
[139] İbn Habîb, s. 116
[140] Bkz. Yakut el-Hamevî, Mu’cemü’l-Büldân, I,402 (eş-Şâmile); Fr. Buhl, “Tebûk”, İA –MEB-, XII/2,103.
[ وعند ابن عقبة عن الزهرى جدبا قيظا شديدا في ليالى الخريف) [ 141 ). Bkz. Zürkânî (1996 n.), IV,66,67.
[142] Beyhakî, V,227.

[143] et-Tevbe 9/117.
[144] Şâmî, V,433.
[145] Vâkıdî, II,760; III,990,1015-18.
[146] W. E. Kaegi, s. 126.
[147] Beyhakî, V,254-255; Şâmî, V,433; Zürkânî (1996 n.), IV,96-97.
[148] el-İsrâ 17/76.
[149] Şâmî, V,433.

[150] et-Tevbe 9/28-29.
[151] et-Tevbe 9/123.
[152] Şâmî, V,433-434.
[153] Vâkıdî, III,991; Beyhakî, V,213; İbn Abdilber, ed-Dürer, s. 253; İbn Asâkir, II,32,32.

[154] Makrizî (1999 n.), II,80.

[155] Vâkıdî, III,1051.

[156] İbn Seyyidinnâs (1992 n.), II,301; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, V,48,140-141,422.

[157] Şâmî, V,435.
[158] et-Tevbe, 9/92.
[159] M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, I,336-337; İ. L. Çakan, “Bekkâî”, DİA, V,363-364.
[160] el-Mes’ûdî, et-Tenbîh, s. 270-271.
[161] İbn Kuteybe, el-Maârif, s. 290; ayrıca bkz. Vâkıdî, III,995; el-Mes’ûdî, et-Tenbîh, s. 271; İbn Asâkir,
II,35.

[162] İbn Asâkir, II,31; M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, XVI,173-174,176-177.
[163] Semûd kavminin yaşadığı bölge ve burada yer alan şehir olan Hicr, Arabistan’ın kuzeybatısında, Medine-Tebûk yolu üzerinde Teymâ’nın yaklaşık 110 km. güneybatısında, içinden Hicaz demiryolunun geçtiği sarp kayalıklarla çevrili vadinin ve bu vadideki beldenin adıdır; bugünkü yerleşim merkezi Alâ’nın 15 km. kuzeyine düşmektedir.
[164] Müslim, “Zühd”, 1; Tecrid Tercemesi, IX,135.
[165] Buhârî, “Enbiyâ”, 17.
[166] Buhârî, “Tefsîrü’l-Ķur’ân”, 15/2; Ö. F. Harman, “Hicr”, DİA, XVII,454-455.

[168] Samhudî, III,1029.

[169] İbn Asâkir, II,31; Zürkânî (1996 n.), IV,65-96.
[170] Şâmî, V,452.
[171] Ukbe b. Âmir için bkz. İbn Sa’d, IV,343-344.

[172] Bkz. Beyhakî, V,241-242; Şâmî, V,452. İbn Kesîr, es-Sîre, IV,25.
[173] Vâkıdî, I,403; Makrizî (Katar n.), I,193-194.

[174] İbn Hişâm, IV,170; Vâkıdî, I,7; III,997,1015,1056; İbn Sa’d, II,165,167,168; Taberî, III,350; İbn Asâkir, II,32; Şâmî, V,463-464; Zürkânî (1996 n.), IV,96; Tecrîd Tercemesi, III,368; V,282; X,408.
[175] Taberî, III,363,364; İbn Hişâm, IV,190; Süheylî, VII,426; Tecrîd Tercemesi, X,408-414.
[176] Vâkıdî, III,1022-1025,1046,1060-1078; İbn Hişâm, IV,181,188 vd; İbn Kayyim el-Cevziyye, II,199-200; V,132-133.
[177] Bkz. İbn Hişâm, IV,188-199; Tecrîd Tercemesi, VIII,287-288.
[178] Şâmî, V,443-444.
[179] Şâmî,V,456.

Zehra Nassan

Comments are closed.