Kürz b. Cabir el-Fihri’nin Ureyne/Uraniler Seriyyesi için Gönderilmesi

usame ordusuKürz b. Câbir
Kureyş reislerinden Kürz b. Câbir el-Fihrî’nin,[174] I. Bedir (Safevân) Gazvesi’ninn(Rebiülevvel H. 1) tertip edilmesine sebep oldu. Öyleyse o, hicretin 2. yılının Rebiülevvel veya Cemâziyelâhir ayına kadar İslâm’a karşı mücadele etmeye ve müşriklerin safında yer almaya devam etti.

İbn Abdilber, I. Bedir Gazvesi’nde Müslümanların karşısında duramayarak firar ederek kurtulan Kürz’ün bu hâdiseden sonra Müslüman olduğunu kaydetmiş; fakat buna dair açık bir tarih vermemiştir.

Benî Ureyne (Benî Becîle’nin bir kolu [175]) Seriyyesi’nde (Şevvâl H. 6) seriyye komutanı olduğuna göre Kürz b. Câbir, bu olaydan önce Müslüman oldu.

Kürz b. Câbir, Müslüman olduktan sonra, komutanlık yapmış ve başarılı görevler ifa etti.

Kürz b. Câbir ve arkadaşı Hubeyş b. Hâlid, Mekke’nin fethinde, Hâlid b. Velîd’in komutasındaki birlikte görev aldılar. Kürz b. Câbir ve arkadaşı, Mekke’nin fethinde Hâlid b. Velîd’in birliği için belirlenen güzergâhı terk edip başka bir yoldan ilerlediler. Handeme denilen yerde bir grup Kureyş savaşçısıyla çatışan Hubeyş şehit oldu. Kürz b. Câbir de Hubeyş’in cesedi etrafında mersiyeler
okuyarak çarpışmaya devam etti ve şehit düştü (Ramazan 8 ). [176]

Benî Ureyne Seriyyesi
Buhârî’nin rivâyetini esas alarak Kürz b. Câbir’in Benî Ureyne Seriyyesi’ni şöyle özetlemek mümkündür: Benî Ureyne ve Benî Ukl kabilelerinden sekiz kişilik bir grup, Medine’ye Hz. Peygamber’in (a.s.) huzuruna geldiler ve Müslüman olduklarını bildirdiler. Sonra aynı grup: “Ey Allah’ın Peygamberi! Bizler sürü sahipleriydik, ekin ve mahsul sahipleri değildik” diyerek, Medine’nin

havasını sağlıklarına uygun bulmadıkları için orada ikamet etmek istemediler. Resûlullah (a.s.) da onlara zekât develerinin bulunduğu –Vâkıdî ve İbn Sa’d’e göre, Kubâ’nın bir nahiyesi olan ‘Îr’e yakın ve Medine’ye 6 veya 8 mil mesafede bulunan el-Cedr[177]- yaylasına gitmelerini ve o develerden yararlanmalarını emretti.[178] Adamlar belirtilen yere gidip develerden istifade ile nihayet sağlıklarına kavuştular.

Fakat İslâm’a girmelerinin ardından dinden döndüler, Hz. Peygamber’in (a.s.) çobanı –Afrika’da, büyük kısmı Sudan’da, küçük bir kısmı Mısır’da kalan Nûbe’den (Nübye) olan- Yesâr’ın ellerini ve ayaklarını kestiler, son nefesini verinceye kadar ona işkence yaptılar ve develeri gasp edip götürdüler.

Yesâr, Benî Sa’lebe Gazvesi’nde (Zâtürrikâ’ Gazvesi: Muharrem H. 5) köle olarak ele geçirilmişti. Resûlullah (a.s.), namazını güzelce kıldığını görünce onu azat etmiş ve kendisine ait develerin çobanlığını yapmak vazifesini Yesâr’a vermişti.[179]

Benî Ureyneli grubun yaptıklarına dair haber, Hz. Peygamber’e (a.s.) ulaşınca, arkalarından Kürz b. Câbir el-Fihrî’yi yirmi süvârî ile birlikte sevk etti ve onları yakalatıp getirtti. Hz. Peygamber (a.s.) onlara kısas yapılmasını emretti. Akabinde o canilerin gözlerini çıkardılar, ellerini kestiler ve kendi halleri üzere ölünceye kadar Medine’nin Harre tarafına terk edildiler. Resûlullah (a.s.), Benî
Ureyne Seriyyesi’nden sonra, hitâbelerinde sadaka vermeye teşvik etmiş ve eziyet olsun diye ölünün organlarını kesmeyi (müsle) yasaklamıştır.[180]

Ahmed Naim, bu olaya ait rivâyetin Kütüb-i Sitte’de yirmi beş senetle sâbit olduğunu ve İbn İshâk, Vâkıdî, Abdürrezzâk, İbn Sa’d, Taberî, Ebû Avâne, İbn Hibbân, Taberânî ve -Mâliki fakihî ve nıuhaddis- İbnü’t-Tallâ’ (Ebû Abdillâh Muhammed b. Ferec el-Kurtubî et-Tallâî: 404-497/1014-1104) gibi birçokları tarafından da çeşitli senetlerle nakledildiğini kaydeder. [181]

Bu olay, Allah ve Resûlü’ne harp açıp yol kesmek, gasp ve adam öldürmek gibi tedhiş yapanların cezasını (had) tayin eden âyetin inişine sebep teşkil etmiştir.[182] Âyet meâlen şöyledir:

“Allah ve Resûlüne karşı savaşanların ve yeryüzünde (hak) düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak ya (acımadan) öldürülmeleri, ya asılmaları yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvalığıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır.”[183]


Kasım Şulul, Son Peygamber Hz. Muhammed’in (a.s.) Hayatı, 2014, ss.623-626

[173] Vâkıdî, II,568; İbn Sa’d, II,93; Belâzürî, Ensâb, 485; İbn Hibbân, s. 274.
[174] Ebû Abdirrahmân Kürz b. Câbir b. Huseyl (veya Hisl) b. el-Eheb b. Hubeyb b. Amr b. Muhârib b. Fihr b. Mâlik el-Kureşî el-Fihrî.
[175] Bkz. Hişâm el-Kelbî, Nesebu Ma’d ve’l-Yemeni’l-Kebîr, s. 145 (eş-Şâmile); el-Mes’ûdî, et-Tenbîh, s. 255;Zürkânî (1996 n.), III,155.

[176] İbn Abdilber, el-İstî’âb, III,309-310: İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, IV,494-495; İbn Hacer, el-İsâbe, III,290-291; Zürkânî (1996 n.), III,155.
[177] Vâkıdî, II,568; İbn Sa’d, II,93.
[178] Buhârî’nin rivâyetinde: Rasûlullah (a.s.) onlara zekât develerinin bulunduğu yere gitmelerini, onların sütlerinden ve sidiklerinden içmelerini emretti” ( (وَأَمَرَهُمْ أَنْ يَخْرُجُوا فِيهِ فَيَشْرَبُوا مِنْ أَلْبَانِهَا وَأَبْوَالِهَا şeklinde bir cümle geçer. Bu ibare ile ilgili olarak hatırladığım John Adair’in şu sözlerini aynen naklediyorum: “İslâm’a göre deve, Allah’ın Araplara yalnızca bir armağanı değil, aynı zamanda irade

ve rahmet sahibi Allah’a inanmaya davet eden yaratılış harikası bir varlıktır. “(İnsanlar) devenin nasıl yaratıldığına, bakmazlar mı? Göğe bakmıyorlar mı nasıl yükseltilmiş? Dağların nasıl dikildiğine, bakmazlar mı? Yeryüzünün nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı? O halde (Resûlüm), öğüt ver. Çünkü sen ancak öğüt vericisin. Onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin” (el-Ğâşiye 88/17-22). Ya siz, hiç devenin nasıl yaratıldığını düşündünüz mü? Doğrusu deve ile ilgili her şey, Arabistan’ın amansız çorak ve sıcağıyla baş edebilecek bir bicime sokulmuştur. Arap olmayanların yalnızca güzel bir özellik olarak düşünecekleri devenin gözlerindeki kirpikler, bir kum fırtınasında keskin kumların göze girmesini önlemek için iki kattır. Kulakları ve burun delikleri de aynı maksatla sıkıca kapanabilmektedir. Sıska bacaklarıyla orantısız görünen ayakları kumda batmadan yürüyebilmesi için yayvan ve enlidir. Yeme içme işine gelince; kalın dudaklarıyla sert dikenleri tutabilir ve yiyecek toplamakta o kadar başarılıdır ki dilini dışarıya çıkarmak suretiyle asla su kaybına uğraması gerekmez. Hakikaten çok az mahlûkun yemek için düşüneceği güneşte kavrulmuş akasya yaprakları ve tuzlu çalıları yutar. Bu yiyecekler dört bölümlü midesinde ileri geri hareket eder, böylece değerlendirilmesi neredeyse mümkün olmayacak kaynaklardan en az atıkla besini çıkarır. Bu dolaylı işlemin bir başka sonucu fevkalade olan kurur gübresidir. Göçebelerin yemeğini pişirmek için yakıt olarak kullanılmaya son derece müsaittir. Devenin efsanevi özelliği suya çok az gereksinim duymasıdır. Hörgüçlü deve, yazın sıcak günlerinde su içmeye gereksinim duymakla birlikte kışın bozkıra düşen yağmurdan bitkiler üzerinde kalan nemden dahi bu gereksinimini karşılayabilir. Pek çok hayvanın işeyerek üreyi çıkarması durumunda zehirlenecek olmasına rağmen, develer ürenin büyük bir kısmını tekrar protein elde etmek için karaciğerde geri dönüşüme tabi tutar; böylece hem gıda hem de suyu tutumlu kullanmak hususunda her zaman eşsizdirler. Çöl insanı, aromatik bitkilerin hoş kokusuna sahip olan deve idrarını saçlarını yıkamak, onların siyah ve parlak görünmesini sağlamak için kullanır. Deve idrarı, parazitlerin yok olmasını sağlar. Yeni bir bebeği doğan bir baba, hemen çadırından çıkıp devesini kaldırarak işemesini sağlamak için sağ böğrüne masaj yapar. Hanımı da bu çöl hayvanının şifalı bitkilerin özünden oluşan aromalı idrarıyla doğan bebeği tepeden tırnağa yıkar..” [Bir kavmin lideri ona hizmet edendir ( سيد القومخادمهم ): Hz. Muhammed Örneğinden Hareketle Lider, çev. A. Çavuşoğlu, İstanbul 2012, s. 54-55].
[179] Belâzürî, Ensâb, II,122; Şâmî, VI,115.
[180] Buhârî, “el-Megâzî”, 64/38; Şâmî, VI,115-120.

[181] Tecrîd Tercemesi, I,181-188.
[182] Belâzürî, Ensâb, I,485.
[183] “Ancak, siz kendilerini yenip ele geçirmeden önce tevbe edenler müstesna; biliniz ki Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir” (el-Mâide 5/33-34).

 

admin

Comments are closed.