Hudeybiye Barış Antlaşması(Gazvesi)

5_newsdetailHudeybiye

Hudeybiye adını, altında Rıdvân Biatı/Bey’atürrıdvân’ın yapıldığı hadbâ adlı ağaçtan (semüre denilen sakız veya mugaylân cinsi bir çeşit çöl ağacı) yahut yanındaki kuyudan almıştır. Hudeybiye, Mekke’nin 17 km batısında ve eski Cidde yolu üzerindedir.[189] Harem âlemlerinden birinin dikildiği Hudeybiye, Mekke’de bulunanların ihrama girdiği yerlerden birisidir. Buranın İslâmiyet’in doğuşu sırasında yerleşim merkezi olduğunu gösterenbir belirtiye rastlanmamıştır.

Hudeybiye’de ilk iskân, Hulefâ-yi Râşidîn döneminden (632-661) hemen sonra hacıların ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla başladı, kısa sürede gelişerek bir köy haline geldi ve VIII. (XIV.) yüzyıldan itibaren Şümeysî adıyla anılmaya başlandı.

Günümüzde burada, Cidde’den gelen gayri müslimleri kontrol ederek Harem bölgesine sokmamakla görevli bir polis karakolu, Hz. Ömer zamanında kesilmiş olan ağacın (şeceretü’r-rıdvân) yerine yapılmış Hudeybiye Mescidi denilen câmi ve Harem sınırını belirleyen âlemin hemen dışında, üzerinde Osmanlı dönemine ait kitabelerin yer aldığı bir hamam bulunmaktadır.

Hudeybiye’nin asıl şöhreti, 6. yılın Zilkade’sinin başında Hz. Peygamber’in (a.s.), gördüğü bir rüya üzerine ashabıyla birlikte umre yapmak için Medine’den Mekke’ye giderken burada konaklamasından ve Kureyş ile bir barış antlaşması yapmasından ileri gelmektedir.[190]

Hudeybiye Umresi

Hudeybiye’den önce genç İslâm toplumunun siyasî ve askeri durumu pek parlak değildi. Güneyde Medine’nin huzur ve sükûnunu devamlı tehdit eden Mekke, kuzeyde ise Gatafân ve Fezâre kabileleriyle Medine’den çıkarılan Benî Nadîr’in yerleşmesi sonucunda bir Yahûdî merkezi haline gelen Hayber bulunuyordu. Ayrıca -Serahsî’ye göre- Hayberli Yahudilerle Kureyş arasında, Hz Peygamber’in tarafların birine saldırması halinde birlikte karşı koymak ve gerekirse yine birlikte Medine’ye saldırmak için bir antlaşma yapılmıştı.[191] Bütün bu taraflarla tek başına baş edemeyeceğini hesap eden İslâm toplumunun, en uygun ve en etkili tarafla anlaşıp, onu oluşan ittifaktan koparması gerekiyordu. En uygun tarafın Mekke olduğunu mülahaza eden Resûlullah (a.s.), Mekke ile savaş hali sürmesine rağmen arayı düzeltmek için bir dizi teşebbüste bulundu.

Siyasî şartların bu şekilde geliştiği bir dönemde, Resûlullah’a (a.s.) rüyasında ashabı ile birlikte saçlarını tıraş etmiş veya kısaltmış bir vaziyette güvenle Mekke’ye girdiği, Kâbe’ye girerek anahtarlarını teslim aldığı ve Arafat’ta vakfe yapanlarla birlikte vakfe yaptığı gösterildi. “Andolsun ki Allah, elçisinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram’a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilir. İşte bundan önce size yakın bir fetih verdi”[192] meâlindeki âyet bu rüyaya işaret eder. Bunun
üzerine Hz. Peygamber, ashabıyla birlikte umre yapmaya karar verdi.[193]

Hz. Peygamber (a.s.), hicrî 6. yılın Şevvâl ayının bitimine birkaç gece kala Medine’ye gelen Büsr b. Süfyân el-Huzâî el-Ka’bî’nin memleketine dönmek istemesi üzerine, ondan bekleyip ashâbıyla birlikte Mekke’ye bir umre ziyareti yapmasını teklif etti.

Büsr b. Süfyân, hicretin 6. yılında Müslüman olmuş, kabilesinin ileri gelenlerinden (şerif) olup Resûlullah’ın İslâm’a davet mektubu gönderdiği bir şahsiyettir.[194]

Umre hazırlıkları tamamlanıp yola çıkıldığında Hz. Peygamber (a.s.), silahları kınlarında 1400 kişiden[195] oluşan bir kafileyle Mekke’ye hareket etti. Medine’de namaz kıldırmak üzere İbn Ümmü Mektûm’u, idari işler için ise Nümeyle b. Abdillah el-Leysî’yi vekil bıraktı.[196]

Rivâyetlerde Hudeybiye’ye katılan sahabilerin sayısı 700, 1300, 1400, 1525 ve 1600 kişi olarak gösterilir. 700 rivâyeti muteber kabul edilmemiştir. Vâbir b. Abdillah’in, 1400 kişi olduklarına dair rivâyeti daha yaygındır.[197] İbn Hazm’a göre ise: “Kuşkuya yer kalmayacak şekilde doğru olan, Müslümanların 1300 ile 1500 kişi arasında olduklarıdır”.[198]

Hz. Peygamber (a.s.), -Mescid-i Nebevî’ye yaklaşık olarak 11 km uzaklıkta, günümüzde “âbâr-ı Alî” (ebyâr-ı Alî) diye bilinen Medinelilerin mikat yeri olan- Zülhuleyfe mevkiine gelince, Büsr b. Süfyân’ı Mekke’ye yolladı ve toplayacağı bilgilerle geri dönmesini emretti. Büsr b. Süfyân, emredileni yaptı ve Usfân yakınlarındaki Gadîru Zâtü’l-Eştât mevkiinde Hz. Peygamber’i (a.s.) bularak Kureyşliler’in Müslümanları Kâbe’ye sokmak istemediklerini ve onlarla savaşmak üzere hazırlık yaptıklarını bildirdi.[199]

Hudeybiye Gazvesi’nin Güzergâhı[200]

Müslümanlar, Hudeybiye’de konakladı. Resûlullah’ın (a.s.), niyetini ve bu husustaki kararlılığını anladıkları halde Mekkeliler –Arap kamuoyundaki itibarlarının zedeleneceği düşüncesiyle- Müslümanları Mekke’ye sokmamaya karar verdiler. Mekkeliler, Müslümanların şehre girmesine engel olmak için Hâlid b.Velîd komutasında 200 kişilik bir süvari birliği hazırladılar. Hz. Peygamber (a.s.) savaş istemediğini, yalnızca umre için geldiklerini ve yanlarında getirdikleri develeri kurban edip döneceklerini bildirmek üzere Hirâş b. Ümeyye el-Ka’bî el- Huzâî’yi ( خراش بن أمية بن الفضل الكعبي الخزاعي : v. 60) Mekkeli müşriklere gönderdi. Kureyşliler, Resûlullah’ın (a.s.) elçisini dinlemediler, devesini boğazladılar, kendisine eziyet edip öldürmek istediler; fakat Ehâbîş kabilelerine mensup bazı kişiler buna engel oldular. Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s.) Mekkeliler üzerindeki nüfuzu sebebiyle Hz. Osman’ı (r.a.) gönderdi. O da başta Ebû Süfyân Sahr b. Harb b. Ümeyye olmak üzere Kureyş ileri gelenleriyle görüştü. Ancak Kureyşliler, bu ziyarete izin vermeyeceklerini kesin bir dille ifade ettiler ve eğer isterse sadece kendisinin Kâbe’yi tavaf edebileceğini bildirdiler. Hz. Osman (r.a.), Hz. Peygamber (a.s.) Kâbe’yi tafav etmediği için bu teklifi kabul etmedi. Kureyşliler, onun bu tutumuna çok kızdılar ve kendisini göz hapsine aldılar.

Hz. Osman’ın (r.a.) Mekke’de müşriklerce tutulduğu sıralarda, Kureyşli müşrikler, farklı zamanlarda, 50, 80 ve 30 kişilik baskın grupları gönderdiler. Bu grupların hepsi, Müslümanların karargâhını nöbetleşe korumakla görevli Evs b. Havlîy, Abbâd b. Bişr ve Muhammed b. Mesleme komuta ettiği Müslüman muhafız grupları tarafından yakalanıp esir alındılar. Hz. Peygamber (a.s.), İslâm
karargâhını oka ve taşa tutmuş olan Mekkeli müşrik esirlerin hepsini, Mekke’de tutuklu bulunan on bir Müslüman’ın iadesi şartıyla serbest bıraktı. Muhtemelen Hz. Peygamber (a.s.), sırf umre ibadeti için geldiklerini ve savaş istemediklerini göstermek için, Mekkeli müşrik esirlerin serbest bırakılmalarını emretmiştir. Netice itibariyle, hem Müslümanların gücünü ve kararlılığını hem de hüsnü niyetini gösteren bu olaylar, Kureyşliler’in barış istemelerinde etkili olmuştur.

Hudeybiye Umresi’nde Müslümanların maruz kaldıkları tehlikeli pozisyonlardan, Yüce Allah’ın yardımıyla selamete çıkarıldıkları Kur’ân-ı Kerîm’de bildirilmiştir:

“O sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, Mekke’nin içinde onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekendir. Allah, yaptıklarınızı görendir”.[201]

Rıdvân Biatı (Bey’atü’r-Rıdvân)

Mekke’de meydana gelen bazı gelişmeler, Hz. Peygamber’e (a.s.) ve Müslümanlara, Hz. Osman’ın (r.a.) öldürüldüğü şeklinde ulaşması üzerine Hz. Peygamber (a.s.) müşriklerle savaşmadan ayrılmayacaklarına dair ashabından biat almaya karar verdi ve Hudeybiye’de ikameti sırasında gölgelendiği “semure” denilen sakız veya mugaylân cinsi bir çeşit çöl ağacının altında ashabından, bir rivâyete göre “ölmüne mücadele etmek”,[202] başka bir rivâyete göre ise “savaştan kaçmamak üzere”[203] biat aldı. el-Fetih Sûresi’nin 10 ve 18. Âyetlerinde yer alan ifadelere binaen, bu biate “Bey’atü’r-rıdvân” (razı olma biati) ve “Beyatü’ş-şecere” (ağaç altındaki biat); biat eden ashâba, “Ashâbü’ş-şecere” (ağaç altında biat edenler); gölgesinde bu biatin yapıldığı ağaca da “Şeceretü’r-rıdvân” denilmiştir.

Müslümanların Hz. Peygamber’e (a.s.) biat için üşüşmeleri, Mekkeli müşrikleri korkuttu. Biatı, Süheyl b. Amr el-Kureşî el-Âmirî, Huveytıb b. Abdiluzza ve beraberindekiler ile müşrik casuslar izledi. Bu durum, Mekkeli müşriklerin barışı kabul etmelerini hızlandırdı.[204]

Hudeybiye Antlaşması

Rıdvân Biati, Kureyşliler üzerinde gereken etkiyi yaptı ve Hz. Peygamber’le (a.s.) anlaşma yolunu seçmelerine sebep oldu. Kureyşliler, antlaşma metnine بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ“ ” (Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla) ve “ مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللهِ ” (Muhammed Allah’ın elçisidir) gibi ibarelerin yazılmasına karşı çıktı. Kureyşle bir antlaşma yapmanın önemini bilen Hz. Peygamber (a.s.) teklif edilen en ağır şartları
bile kabul etti. Hudeybiye’de, Hz. Peygamber (a.s.) ile Mekke heyeti başkanı Süheyl b. Amr arasında geçen yoğun görüşmeler, tarafların anlaşmasıyla sonuçlandı.

Hudeybiye Antlaşması’nın metni şöyledir:

“Bunlar, Muhammed b. Abdillah ile Süheyl b. Amr’ın anlaşmaya vardıkları hususlardır:

On yıl taraflar birbirleriyle savaşmayacak. İnsanlar emniyet içinde olacak.

Gizli veya açık, taraflar asla birbirlerine zarar vermeyecek ve olumsuz herhangi bir girişimde bulunmayacak.

Taraflar olumsuz müdahale anlamında birbirlerine kesinlikle karışmayacak.

Üçüncü taraflar, isteyen Muhammed’le anlaşıp müttefik olur, dileyen Kureyş’leanlaşıp müttefik olur. Üçüncü taraflar bu hususta tamamen serbesttir.

Velisinden izinsiz Muhammed’e sığınan kişiler Kureyş’e iade edilecek, fakat Muhammed’in ashabından Kureyş’e sığınan Muhammed’e iade edilmeyecektir.

Muhammed, bu yıl Kâbe’yi ziyaret etmeksizin geri dönecek, Muhammed ve ashabı, gelecek yıl üç günlük hac ziyareti yapacaklar ve yanlarında ise kınlarında olmak şartıyla yolcu silahı bulunacaktır.”[205]

Antlaşma metnini, Hz. Ali (r.a.) yazmış, antlaşmaya Müslümanlardan dokuz, Mekkeli müşriklerden iki kişi şahit tutulmuştur. Antlaşma metninin bir nüshası Hz. Peygamber’e (a.s.), bir nüshası ise görüşmelerde Mekke tarafını temsil eden Süheyl b. Amr’a verilmiştir. Müslümanlar, Hudeybiye’de on küsur gün, başka bir görüşe göre yirmi gün kaldı.[206]

Hz. Peygamber (a.s.): “Ağaç altında bana biat edenlerden hiçbirisi cehenneme girmeyecektir”: “ 207 ]”لاَ يَدْخُلُ النَّارَ أَحَدٌ مِمَّنْ بَايَعَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ ] hadîsiyle bu biate katılanları cennetle müjdelemiş ve onları yeryüzü sakinlerinin en hayırlıları olduklarını bildirmiştir.[208]

Hudeybiye Antlaşması’yla tesis edilen barış, ancak yirmi iki ay yürürlükte kalabildi.

Hz. Ebû Bekir’in (r.a.), -Medine İslâm toplumunun Mekkeliler tarafından resmen tanınması anlamına da gelen- Hudeybiye Antlaşması hakkında söyledikleri dikkat çekicidir: “İslâm’da Hudeybiye fethinden daha azametli bir fetih olmamıştır. Lakin insanlar o gün Muhammed ve Rabbi arasında olanlar hakkında kısa görüşlü oldular. Kullar aceleci davranırlar. Allah ise işlerin irâde ettiği noktaya
gelmesi için kulların acele ettiği gibi acele etmez. Gün geldi Süheyl b. Amr’ı Vedâ Haccı’nda kurban kesilen yerde durmuş Resûlullah’ın (a.s.) kurbanlıklarını ona (a.s.) getirip kesmesini sağlarken gördüm. Süheyl berberi çağırdı Resûlullah’ı (a.s.) tıraş ettirdi. Bakıyordum; Süheyl, Resûlullah’ın (a.s.) saçlarını kapıyor ve gözlerine sürüyordu. O zaman Süheyl’in Hudeybiye’de antlaşma metnine ‘ بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ ’ (Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla) ve ‘ مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللهِ ’ (Muhammed Allah’ın elçisidir) yazmaktan kaçınıp kabul etmediği zamanı hatırladım; onu İslâm’a hidayet eden Allah’a hamd ettim. Allah’ın salât ve bereketi kendisiyle bizi hidayete erdirdiği ve helak olmaktan kendisi aracılığıyla kurtardığı Rahmet Peygamberi’ne olsun”.[209]

Hudeybiye Antlaşması’nın maddelerini Müslümanların aleyhine bulan Hz. Ömer (r.a.), daha sonra: “Hudeybiye Antlaşması, İslâm’ın en büyük fethidir” demekten kendini alamamıştır.

Zührî ise Hudeybiye Antlaşması’nı şöyle yorumlar: “Hudeybiye barışı İslâm çağının en büyük zaferidir. Barıştan önce iki kesim (Müslümanlar ile Mekkeli müşrikler) karşı karşıya geldiği zaman sadece savaşırlardı. Barış tesis edilerek savaşa son verildikten, bütün insanlar emniyet içinde yaşamaya başladıktan ve birbirleriyle konuşmaya başladıktan sonra İslâm’dan bir şeyler idrak eden herkes İslâm’ı benimsedi. Barışın sürdüğü iki yıl içinde bundan önce Müslüman olanlar kadar, hatta daha fazla kişi Müslüman oldu”.[210]

Hudeybiye Antlaşması’nın önemli bir neticesi de Mekkeli müşrikler, Yahudiler, Gatafan ve Fezâre gibi bedevî kabilelerin Müslümanlara karşı kurdukları ittifakı bozmasıdır. Bu ittifak, Hendek Savaşı’nda Müslümanları yok edebilecek kapasiteye ulaşan tehlikeli bir hal almıştı.

Hudeybiye Antlaşması bazı âyetlerin nüzulüne de sebep oluşturmuştur:
1- el-Bakara Sûresi’nin 196. âyeti.
2- Süheyl b. Amr el-Kureşî el-Âmirî’nin antlaşma metnini giriş ifadesi olarak “Bismilahirrahmânirrahîm” ibaresi yerine “Bismikallahumme” ibaresinin yazılmasını ısrarla istemesi ve yazdırması üzerine el-İsrâ Sûresi’nin 110. âyeti nâzil olmuştur.
3- Hudeybiye’den dönülürken Mekke ile Medine arasında el-Fetih Sûresi’nin
nâzil olduğu ve el-Fetih Sûresi’nin 19. âyeti ile 18 ve 27. âyetteki “yakın bir fetih” ibaresiyle, Yüce Allah’ın Hz. Peygamber’e Hayber’in fethini müyesser kılacağını haber verdiği belirtilir.[211]

Ashâbtan Berâ b. Âzib (r.a.) ve Enes b. Mâlik (r.a.), el-Feth Sûresi’nin ilk âyetindeki “apaçık bir fetih” ifadesiyle Mekke fethinin değil doğrudan Bey’atürrıdvân’ın kastedildiğini ifade etmiştir.[212]

4- Hudeybiye Antlaşması’nda yer alan bir madde gereği müşrikler, Müslüman da olsa Resûlullah’a sığınan bir kimseyi kendilerine iade etmesini istemişlerdi. İşte bu maddedeki umumiyet, Hudeybiye Antlaşması’ndan sonra inen âyetle kadınlar istisna edilerek sınırlandırılmış ve Müslüman kadınların müşrik erkeklerle, Müslüman erkeklerin de müşrik kadınlarla evlenmesi haram kılınıp hükme bağlanmıştır.[213] Âyet meâlen şöyledir:

“Ey iman edenler! Mümin kadınlar hicret ederek size geldiği zaman, onları, imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer siz de onların inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz onları kâfirlere geri göndermeyin. Bunlar onlara helâl değildir. Onlar da bunlara helâl olmazlar. Onların (kocalarının) sarf ettiklerini (mehirleri) geri verin. Mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın, sarf ettiğinizi isteyin. Onlar da sarf ettiklerini istesinler. Allah’ın hükmü budur. Aranızda O hükmeder. Allah bilendir,
hikmet sahibidir.”[214]

Hz. Peygamber’in Umreleri

Siyer kaynaklarına göre Hz. Peygamber (a.s.), hicretten sonra dört umre yapmıştır. Bunlar: (1) Hudeybiye umresi, (2) Umretü’l-kazâ ve (3) Ci’râne umresidir. Bu üç umre de Zilkade ayında yapılmıştır. (4) Vedâ Haccı’ndaki umre ise Zilhicce ayında eda edilmiştir.[215]

Süheyl b. Amr el-Kureşî el-Âmirî

Süheyl, Kureyş’in âkili, ne konuştuğunu iyi bilen bir hatibi ve ileri gelenlerindendi.

Süheyl, Bedir Savaşı’nda Hazricli Benî Sâlim b. Avf ’dan Mâlik b. ed-Duhşum tarafından esir alındı. Hz. Ömer (r.a.): “Ey Allah Resûlü! Müsaade ediniz de aleyhinize söylediği sözlerin cezası olarak Süheyl’in iki ön dişini sökeyim de bir daha aleyhinize hitabede bulunamasın” dedi.

Resûlullah (a.s.): “Onu bırak! Belki o, hoşuna gidecek bir konuma gelir”:

(دَعْهُ فَعَسَى أَنْ يَقُوم مقاما تحمده) ) buyurdu.

Hz. Peygamber (a.s.) vefat edince, Mekke halkı bundan dolayı şoka girdi. Bunun üzerine –ince ve yumuşak kalpli, Kur’ân-ı Kerîm okunduğunda çok ağlayan- Süheyl (r.a.), Kâbe’nin yanında ayağa kalkıp Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) Medine’de yaptığı konuşmanın benzerini Mekke’de yaptı. Şöyle ki:

“Her kimin ilahı Muhammed idiyse, şüphesiz Muhammed öldü. Allah ise diridir, asla ölmez. Ey Kureyş topluluğu! En son İslâm’ı kabul eden ve ilk dinden dönen olmayın! Allah’a yemin olsun ki bu din; güneş ve ayın doğuştan batışa kadar her tarafa uzandığı gibi dünyanın her tarafına yayılacaktır”.

Bu haber kendisine ulaşınca Hz. Ömer (r.a.): “Şahadet ederim ki Muhammed Allah’ın Resûlü’dür ve onun getirdiği mesaj haktır. İşte Resûlullah’ın (a.s.) bana: ‘Belki o, hoşuna gidecek bir konuma gelir’ sözü gerçekleşti” demiştir.[216]


Kasım Şulul, Son Peygamber Hz. Muhammed’in (a.s.) Hayatı, 2014, ss.627-636

[187] Vâkıdî, II,573; İbn Sa’d, II,95; Belâzürî, Ensâb, I,439; İbn Hişâm, III,321; Halîfe b. Hayyât, s. 48;
Taberî, III,213; Zürkânî (1996 n.), III,170.
[188] İbn Habîb, s. 115.
[189] Yeni kaynaklarda yer alan ve yukarıda kaydettiğimiz biliyle, Ahmed İbn Abdilmun’im el-Himyerî es-Sinhâcî’nin (v. 727/1327 [?]) verdiği malumat birbiriyle uyuşmamaktadır. el-Himyerî’ye göre, Şemensîr ( شمنصير ), Arabistan’ın Hicâz bölgesinde, Mekke-Medine arasında, Tihâme’nin en yüksek, toplu, ziresinde ne bulunduğunu kimsenin bilmediği, yüksek yerlerinde maymunların yaşadığı ve etrafında su kaynakları bulunan bir dağdır. Şemensîr Dağı’nın bir tarafında Ruhât ( رهاط ) köyü, batı tarafında –büyük olmayan- Hudeybiye köyü bulunmaktadır. Bu, Benî Sa’d b. Bekr ve Benî Masruh’a aittir. Resûlullah (a.s.) Benî Sa’d arasında büyümüştür. Hudeybiye, Medine’ye dokuz merhale, Mekke’ye bir merhale mesafededir. Muhaddislere göre, Hudeybiye bir kuyunun ismidir ve orada Rıdvân Biâtı’nın altında yapıldığı Ağaç Mescidi manasına gelen Mescidü’ş-Şecere bulunmaktadır
شمنصير وقيل شماصير بالألف بدل النون، جبل ململم من جبال تهامة لم يعله قط أحد ولا درى ما على ذروته، وبأعلاه القرود، والمياه)
حواليه ينابيع تنساب، وبطرفه قرية يقال لها رهاط، وبغربيه قرية يقال لها الحديبية ليست بالكبيرة، وهذه القريات لسعد ومسروح، وفي سعد
هذه نشأ رسول الله صلى الله عليه وسلم، ومن الحديبية إلى المدينة تسع مراحل، وإلى مكة مرحلة، وأصحاب الحديث يقولون: الحديبية بئر،
وهناك مسجد الشجرة ) (bkz. er-Ravdu’l-Mi’târ fî Ahbâri’l-Aktâr, thk. İhsân Abbâs, Beyrut 1980, II. Baskı,
s. 274,345; hicretin 8. yılı olaylarından: “148. Amr b. Âs’ın Süvâ’ Putunu Tahribi”: “Harita: Şemensîr
Dağı” başlığına). Deniz seviyesinden yüksekliği 2000 metreyi bulan ve bol yağmur alan Şemensîr
Dağı, günümüzde Suudi Arabistan’ın el-Kâmil vilayetinin sınırları içinde kalmaktadır. Eski ismi Sâye ) olan el-Kâmil, Hz. Peygamber (a.s.) devrinde Benî Süleym b. Mansûr’un yurdu idi (el-Bilâdî,
Mu’cem, s. 153,225).

[190] M. Hamidullah, “Hudeybiye Antlaşması”, DİA, XVIII,297.
[191] M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, I,250.

[192] el-Feth 48/27.
[193] Vâkıdî, II,572; İbn Hişâm, III,336; Şâmî, V,33.
[194] Büsr b. Süfyân için bkz. İbn Sa’d, IV,294; V,458; İbn Abdilber, el-İstiâb, I,163-164; İbnü’l-Esîr, Üsdü’lĞâbe,
I,271-272; İbn Hacer, el-İsâbe, I,149.
[195] Buhârî, “el-Megâzî”, 64/37; Süheylî, VII,83.
[196] Vâkıdî, II,51; Süheylî, VII,51.
[197] Buhârî, “et-Tefsîr”, 65/278 (el-Feth Sûresi) .
[198] İbn Hazm, Cevâmi, s. 164; M. Fayda, “Bey’atürrıdvân” DİA, VI,39.
[199] Vâkıdî, II,572,579-580.

[200] Mağlus, Siyer Atlası, s. 301.

[201] el-Feth 48/24; Vâkıdî, II,602,604,622; Taberî, Câmi’u’l-Beyân, XX,237; M. A. Köksal, İslâm Tarihi,
XIII,189-190..

[202] Buhârî, “el-Megâzî”, 64/37; el-Mesûdî, et-Tenbîh, s. 255.
[203] Ebû İshâk el-Fezârî, s. 197,198; Buhârî, “el-Cihâd ve’s-Siyer”, 56/109; Müslim, “el-İmâre”, 67.
[204] Vâkıdî, II,604; Buhârî, “el-Cihâd ve’s-Siyer”, 56/165; Tecrîd Tercemesi, VIII,181-185; M. Hamidullah, “Hudeybiye Antlaşması”, DİA, XVIII,297-299.

[205] İbn Sa’d, II,97.
[206] Süheylî, VII,68; Makrizî (1999 n.), I,296,298.
[207] Tirmizî, “el-Menâkıb”, 57.
[208] Buhârî, “el-Megâzî”, 64/37.

[209] Makrizî (Katar n.), I,296.
[210] Vâkıdî, II,624; Taberî, III,231.

[211] Beyhakî, IV,154 vd., 163; İbn Hacer, Fethü’l-Bârî, VII,464.
[212] Buhârî, “el-Megâzî”, 64/37; “et-Tefsîr”, 65/274 (el-Feth Sûresi).
[213] Vâkıdî, II,572-631; İbn Hişâm, III,334,340; İbn Sa’d, II,95-98; Halîfe b. Hayyât, s. 49; Süheylî, VII,66; İbn Kesîr, II,520; III,342; Zürkânî (1996 n.), I,460; III,127-128; Tecrîd Tercemesi, VIII,172-173;
X,240-242,249; M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, I,249.
[214] el-Mümtehine 60/10; ayrıca bkz. el-Mâide 5/5; el-Bakara 2/221; en-Nûr 24/26.
[215] Buhârî, “el-Megâzî”, 64/37; Vâkıdî, III,1088; İbn Sa’d, II,170-171; Süheylî, VII,157-158; konuyla ilgili tahliller için bkz. Şâmî, VIII,444-449.

[216] Bkz. İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, II,557; Şâmî, X,97.

 

admin

Comments are closed.