Mekke’nin Fethi

karaoglan_1
 Fetih: 19 Ramazan H. 8,[203] Cuma.[204]

Mekke’nin fethi, Resûlullah’ın (a.s.) Medine’ye hicretinden yaklaşık olarak üç ay önce akdedilen III. Akabe Biati ile başlayan ve ilginç olduğu kadar dikkat çekici bir süreç olan Müslümanların Medine’ye mecburi hicret döneminin sonu olmuştur. Hz. Peygamber (a.s.) buna dair: “Mekke’nin fethinden sonra (Medine’ye) hicret yoktur. Lakin cihâd ve niyet vardır. Cihada davet edildiğinizde hemen seferber olunuz”: ( لاَ هِجْرَةَ بَعْدَ الْفَتْحِ وَلَكِنْ جِهَادٌ وَنِيَّةٌ وَإِذَا اسْتُنْفِرْتُمْ فَانْفِرُوا ) buyurmuştur.[205]

Hz. Peygamber (a.s.) Medine’de idari işler için Ebû Ruhm Külsûm b. Husayn b. Abîd b. Halef el-Gıfârî’yi, geride kalanlara namaz kıldırmak üzere de İbn Ümmü Mektûm’u vekil bıraktı[221] ve orduyla 10 Ramazan H. 8 bir Çarşamba günü ikindi vakti Mekke’ye doğru yola çıktı. Müslüman kabilelerin kuvvetleri yolda kendilerine katıldı.
Hz. Peygamber (a.s.), ordunun yol güvenliğini sağlamak üzere -ashabın başarılı komutanlarından- Gâlib b. Abdillah b. Mis’ar ( غالب بن عبد الله بن مسعر ) el- Kinânî el-Leysî el-Kelbî’yi (v. 48/668’den sonra) görevlendirdi.[222]

Hz. Peygamber (a.s.), -Mescid-i Nebevî’ye yaklaşık olarak 11 km uzaklıkta, günümüzde “âbâr-ı Alî” (ebyâr-ı Alî) diye bilinen Medinelilerin mikat yeri olan- Zülhuleyfe’de ihrama girmeyerek seferin yönü konusundaki gizliliği devam ettirdi.Urve b. Zübeyr, Mûsâ b. Ukbe ve İbn İshâk’a göre Hz. Peygamber(a.s.), toplam 12000 kişilik bir kuvvetle,[223] Mekke’ye 16 km mesafede bulunan Merrüzzahrân’a gelince, ordu geceyi burada geçirdi. İslâm ordusu Merrüzzahrân’da konaklayıncaya kadar, Kureyşliler seferden haberdar olmadı. Hz. Peygamber (a.s.), Merrüzzahrân’da, her askerin bir ateş yakmasını emrederek Mekkelilerin mukavemetini kıracak bir görüntünün ortaya çıkmasını sağladı.[224]

Mekke’ye yaklaştığı sıralarda İslâm ordusundan haberdar olabilen ve ordunun büyüklüğü karşısında paniğe kapılan Kureyşliler, Ebû Süfyân ile Hakîm b.Hizam’ı hem elçi hem de olarak ve olup bite hem de olup bitenleri öğrenmek üzere görevlendirdi. Bilahare Büdeyl b. Verkâ b. Abdiluzza el-Huzâî’nin da katıldığı bu üçlü heyet, yolda İslâm ordusu devriyesi tarafından yakalandılar. Hz.Peygamber’in (a.s.) karargâhına götürülen heyet üyeleri İslâm’ı kabul etti. Hz. Peygamber (a.s.), İslâm ordusunun geçişini seyrettikten sonra Ebû Süfyân’ınMekke’ye dönmesini emretti.

Bu durum karşısında Mekkeliler İslâm ordusuna karşı konulamayacağını anladı.Ebû Süfyân, Kâbe’nin avlusunda İslâm’ı kabul ettiğini ilan etti ve teslim olmaktan başka çare kalmadığını, silahlarını bırakıp kendi evine, Mescid-i Harâm’a veya kendi evlerine sığınmalarını Mekkelilere tavsiye etti;böyle yapanlara eman verildiğini duyurdu. Bu, Mekke’nin teslimi olması demekti. Resûl-i Ekrem (a.s.) başta Ebû Süfyân olmak üzere Ümmü Hânî, Hakîm b. Hizam, Ebû Ruveyhâ ve Büdeyl b. Verkâ gibi Mekkelilere verdiği himaye hakkıyla bu kişilerin evlerine sığınanların emniyette olacaklarını bildirdi, böylece söz konusu şahıslar onurlandırmak ve gönüllerini İslâm’a ısındırmak istedi. Ebû Süfyân’dan sonra Mekke’ye gelen Hz. Peygamber’in (a.s.) amcası Hz. Abbâs (r.a.) da Mekkelilere aynı şeyleri söyledi; onlar da Mescid- i Harâm’a ve evlerine dağıldılar.

İslâm ordusunun dört koldan aynı anda Mekke’ye girmesini planlayan Resûl-i Ekrem (a.s.), komutanlarına mecbur kalmadıkça savaşmamalarını, kaçanları izlememelerini, yaralı ve esirleri öldürmemelerini ve Safa tepesinde kendisiyle buluşmalarını bildirdikten sonra, ilk önce sağ kanadın komutanlığını yapan Hâlid b. Velîd’in harekete geçmesini emretti.[225]

Mekkelilerden Müslümanlara karşı düşmanlıklarıyla tanın on küsur kişinin “kanı heder edildi”. Bunlardan yakalanan dördü erkek, biri kadın olmak üzere beş kişisi öldürülmüş,diğerleri ise Müslüman oldukları için affedilmişlerdir.[227]Mezkûr istisna dışında Mekke’de genel af ilân edildi. Umumi aftan mahrum edilenlerin bir kısmı daha kendi istekleriyle gelip Müslüman olmuş ve Hz. Peygamber’in (a.s.) affına mazhar olmuşlardır .[228]

Mekke müşriklerinin Safvân b. Ümeyye komutasında İkrime b. Ebî Cehil ve Süheyl b. Amr el-Kureşî el-Âmirî gibi Mekke eşrafı ile çoğunluğu müttefik kabilelerin kuvvetlerinden oluşan birliğin yerleştiği güneydeki Lît adı verilen yerden şehre giren Hâlid b. Velîd, Handeme dağının eteklerinde bunları kısa sürede bozguna uğratıp şehrin fethi sırasında yapılan tek mukavemeti kırdı. Hâlid b. Velîd’in Hazvere çarşısına kadar kovaladığı bu kuvvetlerden canlarını kurtaranlar evlerine kapanarak veya silâhlarını bırakarak eman aldılar. Çatışmalarda Mekkelilerden on iki veya yirmi sekiz kişi ölmüş, Müslümanlardan ise iki veya üç kişi; Hubeyş b. Hâlid, Kürz b. Câbir ve Seleme b. Mîlâ’ el-Cühenî şehid oldu.[229] Komutanlığını Sa’d b. Ubâde’nin yaptığı ensâr birliği Mekke’nin batı tarafından, Zübeyr b. Avvâm’ın idare ettiği muhacirlerden oluşan sol kanat kuzeyden şehre girdi.

Hz. Peygamber (a.s.), siyah bayraklı ve sancaklı merkezî birliğin başındaydı ve başına siyah bir sarık sarmıştı. Ukâb adındaki bayrağın siyah, sancağın ise beyaz olduğu da nakledilmiştir. Hz. Peygamber (a.s.), Kasvâ adlı devesinin üzerinde, Üsâme b. Zeyd (r.a.) terkisinde, Hz. Ebû Bekir (r.a.) ile Üseyd b. Hudayr’ın arasında, kendisine verilen nimet karşısında Allah’a karşı tam bir tevazu içinde sakalı devesinin eğerine değecek kadar[230] önüne eğik bir vaziyette Mekke’ye girdi. O (a.s.) ve birliği, Mekke’nin yukarı kısmından; kuzeybatıdaki Ezâhir yolunu takip ederek Mekke’ye girdi,Hacûn’da konakladı ve diğer birliklerle Safa tepesinde buluştu.[231]

Resûl-i Ekrem (a.s.), Mekke’de kaldığı sürede Hacûn’da kurulan çadırda ikamet etti. Kendisine evinde kalması teklif edilince Medine’ye hicretinden sonra, henüz Müslüman olmayan amcasının oğlu Akîl b. Ebî Tâlib’in (v. 60/680) evini satmış olduğuna işaret ederek: “Akîl bize ev mi bıraktı?” diye serzenişte bulundu ve şehrin fâtihi olmasına rağmen evini geri almadı.[232]

Daha sonra Mescid-i Harâm’a giden Hz. Peygamber (a.s.), etrafında Müslümanlar olduğu halde Kâbe’ye kadar gelip devesinin üzerinde ileri çıkarak bastonuyla rüknü istilam etti ve tekbir getirdi. Müslümanlar da onun (a.s.) gibi tekbir getirdiler. Sonra hep birden tekrar tekbir getirdiler. Öyle ki tekbir sesleriyle Mekke sarsıldı. Sonunda Resûlullah (a.s.) eliyle işaret ederek: “Susunuz” buyurdu. Muhammed b. Mesleme de Kasvâ’nın yularından tutmuş olduğu halde,[233] Resûlullah (a.s.) Kâbe’yi yedi defa tavaf etti. Her tavafta Hacerülesved rüknüne geldikçe, elindeki değnekle işaret ederek onu istilam etti. 7. tavaftan sonra Kasvâ’dan indi. Ma’mer b. Abdillah b. Nadle, gelip Kasvâ’yı dışarı çıkardı.

Hz. Peygamber (a.s.), Kâbe’den ayrıldı ve onu geniş bir çember şeklinde çevreleyen toplam üç yüz altmış puta yöneldi. Kâbe’nin etrafında putların teşkil ettiği daireyi dolaşırken: “Hak geldi; bâtıl yok olup gitti. Zaten bâtıl yıkılmaya mahkumdur”[234] meâlindeki âyeti okudu ve putlara teker teker asasıyla dokunarak hepsini düşürdü. Kâbe ve çevresi, putlardan ve şirk alâmetlerinden temizlendi:[235] İbn Ebî Şeybe’nin İbn Ömer’den (r.a.) naklettiğine göre Müslümanlar, ridalarını çıkartıp sadece izarlarıyla (belden aşağısını örten giysileriyle) kalarak ellerine kovaları aldılar.Sonra Zemzem Kuyusu’ndan su çekerek Kâbe’nin içini ve dışını yıkadılar.Orada şirke ait hiç bir iz bırakmadılar.[236]

Kâbe anahtarlarını taşıma görevinin kendi ailesine verilmesini isteyen Hz. Abbâs’a (r.a.), Hz. Peygamber (a.s.): “Size sadece kaybettiğiniz şeyi veriyorum,diğerlerinin kaybı olacak bir şeyi değil”cevabını verdi. Daha önceden Hâlid b. Velîd (r.a.) ve Amr b. Âs (r.a.) ile birlikte Medine’ye gelip Müslüman olan Benî Abdiddâr’dan Osman b. Talha’ya (r.a.) anahtarları vererek onun ailesinin bu hakka sahip olduğunu belirtti. Osman b. Talha (r.a.), saygıyla anahtarları aldı ve arkasında Hz. Peygamber (a.s.) olduğu halde Kâbe’nin kapısını açmaya gitti. Onların hemen arkasında Üsâme b. Zeyd (r.a.) ve Bilal-i Habeşî (r.a.) vardı. Hz. Peygamber (a.s.), onlara kendisinden sonra içeri girmelerini ve Osman b. Talha’ya (r.a.) kapıyı kilitlemesini emretti. Kâbe’ye girmeden önce içindeki resimlerin yok edilmesini emretmiş olan Hz. Peygamber (a.s.), Kâbe’nin kapısının karşısındaki duvara doğru, iki direk arasına durup iki rekât namaz kıldı.[237]

Bu sırada bütün Kureyş, Mescid-i Haram’ı doldurmuş; haklarında ne muamele yapılacağını öğrenmek için merakla bekliyorlardı. Resûlullah (a.s.), Mekkelilere şöyle hitap etti:
“Allah’tan başka ilah yoktur! O bir ve ortaksızdır. O, vadini yerine getirmiştir. Okuluna yardım etmiş ve tek başına düşman ordularını bozguna uğratmıştır”: ( لا إله إلاالله وحده لا شريك له صدق وعده ونصر عبده وهزم الاحزاب وحده ). [Vadini yerine getiren, kuluna yardım eden ve tek başına düşman ordularını mağlup eden Allah’a hamd olsun!: الْحَمْدُ
238 ].[لِّ الّذِي صَدَقَ وَعْدَهُ وَنَصَرَ عَبْدَهُ وَهَزَمَ الأَحْزَابَ وَحْدَهُ ] Ey Kureyş topluluğu! Ne dersiniz? (Hakkınızda ne karar vereceğimi) düşünürsünüz?”

Kureyşliler: “Biz, senin hakkımızda hayırlı bir karar vereceğini düşünürüz.Çünkü sen değerli bir peygambersin, değerli bir kardeşsin ve değerli bir kardeşinoğlusun. Şimdi güç, senin elindedir!” dediler. Resûlullah (a.s.) da: “Kardeşim Yusuf’un kardeşlerine dediği gibi: ‘Bugün sizi kınamak yok, Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir’[239] diyorum.Hadi gidiniz! Hepiniz serbestsiniz!” buyurdu.

Bunun üzerine insanlar, sanki kabirlerinden diriliyorlarmış gibi meydana çıkarak gruplar halinde Hz. Peygamber’e (a.s.) gelip biat ettiler ve Müslüman oldular.
Peygamber Efendimiz (a.s.): “Haydi gidiniz! Hepiniz serbestsiniz!” ( اِذْهَبُوا فَأَنْتُمْ اَلطُّلَقَاءُ ) buyurması neticesinde kendilerine esir muamelesi yapılmayarak serbest bırakılan Mekkelilere: “Tulekâ” ( الطلقاء ) denmiştir.

Sonra Resûlullah (a.s.) şöyle buyurdu: “Dikkat ediniz! Bugün Câhiliye dönemine ait her faiz işlemi, her kan davası, her övünme vesilesi ve her mal davası, şu iki ayağımın altındadır (kaldırılmıştır). Kaldırdığım ilk kan davası, Rabîa b. Hâris’in[240]kan davasıdır. (Câhiliye devrinden) sadece sidâne (Beytullah’ın/Kâbe’nin bakımı) ve
sikâye (hacılara su dağıtımı) hizmetleri muhafaza edilmiştir.

Dikkat ediniz! Sopa ve kamçı ile işlenen ve yarı kasıtlı olan hatalı cinayetlerde, ağır diyet cezası ödenmelidir. Bu da kırkının karnında yavruları bulunması şartıyla yüz devedir.

Dikkat ediniz! Yüce Allah, Câhiliye gururunu, bir Câhiliye âdeti olan atalarla övünmeyi tümden kaldırmıştır! Şüphesiz ki hepiniz Âdem’densiniz Âdem ise topraktandır.

Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.[241]

Ey insanlar! İnsanlar iki sınıftır; ya değerli, muttaki bir mümindir ya da Allah katında değersiz olan bedbaht bir kâfirdir.

Dikkat ediniz! Şüphesiz ki Yüce Allah, gökleri ve yeri yarattığı, (Mekke’yi saran) şu iki dağı (Ebû Kubeys ve Kuaykıan) yerleştirdiği gün, Mekke’yi de haram ve dokunulmaz kılmıştır. Mekke, Allah’ın haram (dokunulmaz) kılmasıyla haram bölge olmuştur. Ne benden önce birine helal olmuştur ne de benden sonra gelecek birine helal kılınacaktır. Bana da gündüzün ancak belli bir saatinde helal kılınmıştır (Resûlullah-a.s.- bunu söylerken, eli ile sürenin kısalığına işaret etti). Dolayısıyla orada av hayvanları ürkütülmez, dikenli ağaçları kesilmez, sahibini aramak amacıyla olan dışında hiç kimse orada bulunan yitik bir malı almaz ve dikenleri sökülmez”.
O sırada, tecrübeli bir ihtiyar olan Hz. Abbâs: “Ey Allah Resûlü! İzhir (الإذخر)otu müstesnadır. Çünkü o, ustalar ve evlerimizin çatıları için gerekli olan bir ottur”dedi. Resûlullah (a.s.) bir müddet suskun kaldıktan sonra: “İzhir otu müstesnadır. O, helaldir” buyurdu. Sonra sözlerine şöyle devam etti: “Hiç bir mirasçıya vasiyet olmaz. “Çocuk, doğduğu döşeğin sahibine aittir. Zina eden erkeğe ise hayal kırıklığı vardır (yani çocuk ona nisbet edilmez).[242]
Kocasının izni olmadan bir kadına, kocasının malından (başkalarına) bir şey vermesi helal olmaz. Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir. Bütün Müslümanlar kardeştirler. Müslümanlar, kendilerinden olmayanlara karşı yekvücutturlar. Müslümanların kanları eşittir.
Onların en uzakta bulunanları (onlarla ganimetleri) bölüşürler, en yakındakileri (en zayıfları) diyetlerini öderler, (hayvanı güçlü ve hızlı olup da) çok ganimet toplayanları,(hayvanı zayıf ve yavaş olup da) az ganimet toplayanlarına; akın yaparak malını artıranları, geride kalanlarına hisse verirler. Ne bir kâfire karşılık Müslüman öldürülür ne de (kafirlerden) taahhüt verilen kimse, taahhüt süresi içerisinde öldürülür. Ayrı din mensupları birbirlerine mirasçı olamazlar.
Celeb[243] de yoktur, ceneb[244] de yoktur. Müslümanların zekâtları ancak yurtlarında ve avlularında teslim alınır.[245]

Kadın, teyzesi veya halası ile aynı nikâh altında birleştirilmez.Davacıya (iddiasını ispat için) delil getirmek, (suçlamaları) inkâr edene de yemin etmek düşer. Kadın, yanında bir mahremi bulunmaksızın üç günlük bir mesafeye (yalnız) yolculuk yapamaz. İkindi namazından sonra (güneş batıncaya kadar) ve sabah namazından sonra (güneş doğuncaya kadar) namaz yoktur. Size iki günde, kurban bayramı ve fıtır (Ramazan) bayramı günlerinde oruç tutmayı ve iki biçim giyinişi, avret yerlerini açığa çıkaracak şekilde tek bir elbise giyinmeyi veya hareket edemeyecek şekilde tepeden tırnağa bir elbiseye bürünmeyi yasaklıyorum”.
O sırada bir adam ayağa kalkarak “Ey Allah Resûlü! Ben, Câhiliye döneminde (bir kadınla) zina etmiştim” dedi. Resûlullah (a.s.) da: “Kim, kendi eşi olmayan bir kadınla veya başka kimselereait olup sahibi bulunmayan bir cariye ile zina eder de ondan sonra çocuğun kendisine ait olduğunu ileri sürerse, onun için bu caiz değildir. Böyle bir çocuğa o, ne varis, ne de muris (miras bırakan) olur. Ey Müslümanlar topluluğu! Sanırım dediklerimi pekâlâ anladınız!”
“Ey Müslümanlar topluluğu! Artık silahları bırakınız! Ancak yaptıklarına karşılık Benî Bekr’e karşı Huzâalılara bu konuda ikindi namazına kadar müsaade edilmiştir”. Bunun üzerine Huzâalılar, bir süre Benî Bekirlileri yakaladıkları yerde onlara şiddetli darbeler indirdiler. İşte bu zaman dilimi, Harem’de daha evvel hiç kimseye helal kılınmadığı halde savaşın, Resûlullah’a (a.s.) helal kılındığı saattir. Sonra Resûlullah (a.s.), Huzâalılara da: “Artık silahları bırakın!” buyurdu. Resûlullah (a.s.) hutbesini bitirdikten sonra Yemenli Ebû Şah ( 246 ](أبو شاه ] ayağa kalkarak: “Ey Allah Resûlü! Bunları benim için yazınız!” dedi.

Resûlullah (a.s.) de: “Ebû Şah için söylediklerimi yazınız” buyurdu.Sonra: “Ben, bu kadarını söylüyor kendim ve sizin için Allah’tan bağışlanmak diliyorum” diyerek hutbesini bitirdi.[247]
Hz. Peygamber (a.s.), Makam-ı İbrahim’e vardı. Orada iki rekat tavaf namazı kılıp Zemzem kuyusuna geldi ve Hz. Abbâs’ın (başka bir rivâyete göre ise Ebû Süfyân b. Hâris b. Abdilmuttalib’in) verdiği suyu içti. Haşimîlerin geleneksel hacılara su temin edip dağıtma görevlerini de böylece tasdik etmiş oldu. Hz. Peygamber (a.s.), o kovadan, içtiği gibi, abdest de aldı. Abdest alırken, Müslümanlar üşüşüp dökülen abdest suyunu yüzlerine sürüyorlar, yere bir damla bile düşürmüyorlardı.
Müşrikler, bunu görünce: “Biz böyle bir hükümdar ne gördük, ne de işittik!”diyerek şaşkınlıklarını ifade etmişlerdir. Hz. Peygamber (a.s.), bundan sonra, Kâbe’yi görünceye kadar Safa tepesinde yürümeye devam etti, sonra orada durdu, ellerini kaldırdı ve Allah’a hamdu sena edip duaya başladı.
Böylece Resûl-i Ekrem (a.s.), fetih konuşmasında hac ve Mekke idaresiyle ilgili sidâne (hicâbe de denir) ve sikâye dışındaki bütün görevleri ilga ettiğini de bildirmiş oldu. Bir süre Hz. Peygamber’in (a.s.) uhdesinde kalan iki görev, esasları yeniden belirlendikten sonra Câhiliye döneminde aynı görevleri yürütmüş olan Osman b. Talha’ya ve Hz. Abbâs’a devredildi.
Hz. Peygamber (a.s.), fetih günü, öğle vakti girince, Kâbe’nin üzerine çıkıp ezan okumasını, Bilal-i Habeşî’ye (r.a.) emretti. Bilâl-i Habeşî (r.a.) Kâbe damına çıkıp ezanı okudu. Kureyş reislerinden Ebû Süfyan, Attab b. Esid ve Hâris b. Hişam oturup konuştular. Attab dedi: “Pederim Esid bahtiyardı ki bugünü görmedi.” Hâris dedi ki: “Muhammed bu siyah kargadan başka adam bulmadı mı ki müezzin yapsın?” Bilâl-i Habeşî’yi (r.a.) kötüledi. Ebû Süfyan dedi: “Ben korkarım, birşey demeyeceğim. Kimse olmasa da, şu Batha’nın taşları ona haber verecek, o bilecek.” Hakikaten, bir müddet sonra Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm onlara rast geldi, harfiyen konuştuklarını söyledi. O vakit Attab ile Hâris şehadet getirdiler, Müslüman oldular.[248]

Huzâlıların, Hüzeyl kabilesine mensup birini öldürmeleri üzerine Hz. Peygamber (a.s.) fethin ikinci günü (20 Ramazan[249]) öğle namazından sonra da Kâbe’nin merdiveninde sırtı Kâbe’ye dönük olduğu halde, başka bir rivâyete göre ise devesi üzerindeyken ve Allah’a hamdu senâdan sonra halka şöyle hitap etti:

“Ey insanlar! Şüphesiz ki Yüce Allah, göklerle yeri, güneşi ve ayı yarattığı, şu iki dağı (Ebû Kubeys ve Kuaykıan) yerleştirdiği gün Mekke’yi de Harem (dokunulmaz) kılmıştır. Onu insanlar Harem kılmamıştır. Ve Mekke kıyamete kadar da Harem’dir. Allah’a ve ahiret gününe inanan bir kimseye orada kan dökmek ve ağaçlarını kesmek helal değildir. (Mekke’de kan dökmek) benden önce hiç kimseye helal olmadı, benden sonra da hiç kimseye helal olmayacaktır. Bana ise sadece şu saatte helal olmuştur. Bu da Mekke halkının gazaba uğramasından dolayıdır.

Dikkat edin! Bugün artık Mekke dün olduğu gibi tekrar Harem kılınmıştır. Sizden burada bulunanlar, (söylediklerimi) bulunmayanlara tebliğ etsinler! Şayet birisi çıkar da size ‘Resûlullah da orada savaştı’ derse, ona deyiniz ki: ‘Yüce Allah onu (belli bir süre Mekke’de savaşmayı) Resûlullah’a helal kıldı. Size ise böyle bir şeyi helal kılmamıştır’.

Ey insanlar! Allah’ın hukukuna karşı insanların en tecavüzkâr olanı şüphesiz ki Harem’de cinayet işleyen veya katillerinden başkasını öldüren veyahut Câhiliye dönemine ait intikam duygularıyla birini öldüren kişidir.

Ey Huzâa topluluğu! Artık adam öldürmekten ellerinizi çekiniz! Vallahi öldürülenler çoğaldı. Sizler bir kişiyi öldürdünüz ki, onun diyetini (kan bedelini) mutlaka ödeyeceğim. Benim bu konuşmamdan sonra kim bir kişiyi öldürürse, öldürülen kişinin ailesi şu iki seçenekten kendileri için en yararlı olanını seçmekte serbesttirler: İsterlerse, öldürülen kişinin tam diyetini alırlar, isterlerse, ona karşılık katilini öldürürler.”
Sonra Resûlullah (a.s.) Huzâa kabilesinin öldürdüğü kişinin diyetini maktulün velilerine, İbn Hişâm’a göre, yüz deve olarak ödedi.
İbn Hişâm’a göre bu kişi, Resûlullah’ın (a.s.) diyetini ödediği ilk maktuldür.[250] Resûlullah’ın, fetihten sonra, Mekke’de ne kadar kaldığı konusunda farklı rivâyetler nakledilmiştir. İbn İshâk’a göre bu süre on beş gündür ve Hz. Peygamber (a.s.) seferi olduğu için bu süre boyunca namazı kısaltarak kılmıştır.[251]

Resûlullah (a.s.), Şevvâl H. 8 tarihinde vuku bulan Tâif Kuşatması’ndan önce Hubeyre b. Sebel (veya Şebel)[252] b. Aclân es-Sekafî’yi Mekke âmili,[253] Saîd b. Saîd b. ‘Âs b. Ümeyye’yi de pazar sorumlusu olarak tayin etti.[254]
Hicretten sonra Mekke ile Medine arasında başlayan düşmanlık sona erdi,Hicaz’da İslâm’ın üstünlüğü tesis edildi.
en-Nasr Sûresi’ne ad olan “nasr” (yardım) kelimesinin bütün Araplara üstün gelmeye, aynı sûredeki “fetih” kelimesinin de Mekke’nin fethine işaret eder.Fetih kelimesinin “açmak” şeklindeki anlamından hareketle İbn Abbâs Mekke’nin fethine “fethu’l-fütûh (fetihlerin fethi)” adını vermiştir. Çünkü buradaki fetih sadece düşman elindeki bir şehrin alınmasından ibaret olmayıp Mescid-i Harâm’ın kontrolü ve Kâbe’nin fethi anlamına da gelmekte, aynı zamanda kalblerin Allah’ın dinine, İslâm kapısının bütün insanlığa açılışını ifade etmektedir.

Bu sebeple Mekke’nin fethedilmesi İslâm fetihlerinin başlangıcı kabul edilmiştir. Fahreddin er-Râzî’ye göre tefsir örfünde “fetih” kelimesi Mekke’nin fethini,“yakın bir fetih” ( فَتْحاً قَرِيباً ) (el-Feth 48/27) ibaresi ise Hudeybiye Antlaşması’nı ifade eder. el-Hadîd Sûresi’nin 10. âyetinde geçen “fetih” kelimesi de Mekke’nin fethine delâlet etmekte, ayrıca İbrahim Sûresi’nin 13-14. âyetlerinde Mekke’nin fethedileceği ve Müslümanların oraya döneceği müjdesi verilmiştir. el-Fetih Sûresi de Hudeybiye Antlaşması’na, dolayısıyla Mekke’nin fethine işaret etmektedir.[255]
“Bir âyetin iniş sebebinin özel olması, ifade ettiği hükmün genel olmasına engel teşkil etmez.” Bu usûl kaidesinin gereği olarak, el-Hadîd Sûresi’nin 10. âyetine göre, Hudeybiye Antlaşması’ndan (Zilhicce H. 6) veya Mekke’nin fethinden (Ramazan H. 8) ister önce isterse sonra İslâm’ı kabul etmiş olsunlar, Yüce Allah katında bütün sahabeler fazilet sahibidir. Âyet meâlen şöyledir: “Ne oluyor size ki, Allah yolunda harcamıyorsunuz? Hâlbuki göklerin ve yerin mirası Allah’ındır.
Elbette içinizden, fetihten önce harcayan ve savaşanlar, daha sonra harcayıp savaşanlarla eşit değildir. Onların derecesi, sonradan infak eden ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber Allah, hepsine en güzeli vaat etmiştir. Allah, yapmakta olduğunuz şeylerden haberdardır”. Âyet-i kerîme, Yüce Allah’ın her şeyden olduğu gibi bazı sahabeler arasında yaşanacak muayyen ihtilaflardan haberdar olduğunu ifade etmektedir. Aynı âyet, Yüce Allah’ın bütün sahabeye “en güzel”i vaat ettiğini ve hepsinin fazilet sahibi olduğunu ilan etmektedir.


Kasım Şulul,Son Peygamber Tashihli,2011,s.722-736

[203] İbn Hişâm, IV,80; Halîfe b. Hayyât, s. 53; Taberî, III,311; Aynî, XVII,276; ayrıca bkz. 298,312;Beyhakî, V,24; İbn Kesîr, III,542,610.
[204] Vâkıdî, I,6; III,873,889,892; İbn Sa’d, II,137; İbnü’l-Cevzî, I,423.
[205] Buhârî, “el-Cihâd ve’s-siyer”, 56/193; Tirmizî, “Siyer”, 33. Hadîsin şerhi için bkz. İbn Kesîr, III,606-607; Tecrîd Tercemesi, VIII,253; A. Özel, “Hicret” (fıkıh bakımından), DİA, XVII,462-466; ayrıcabkz. Mekke dönemi, Peygamberlik Sonrası: “45. I. Akabe Biati” ve hicretin 1. yılı olaylarından: “1.Resûlullah’ın (a.s.) Medine’ye Hicreti” başlığına.

[221] Beyhakî, V,22; Zürkânî (1996 n.), III,395-396.
[222] H. Algül, “Gâlib b. Abdillah”, DİA, XIII,327.
[223] Beyhakî, V,26; Aynî, XVII,276.
[224] İbn Sa’d, II,135.

[225] Vâkıdî, II,825; İbn Sa’d, II,135.

[227] Kanı heder edilenlerden Müslüman olup affedilenler: 1- Abdullah b. Sa’d b. Serh, 2- Hebbâr b. Esved, 3- Ka’b b. Züheyr, 4- Vahşî b. Harb, 5- Safvan b. Ümeyye, 6- İkrime b. Ebi Cehil, 7- Abdullahb. Zibârâ, 8- Beni Muttalib’in azatlı cariyesi Sâre, 9-Ebû Süfyan b. Harb’in karısı Hind binti Utbe, 10-İbn İshak’a göre İbn Hatal’ın azatlı cariyesi Erneb ( أرنب : asıl adı Fertenâ: فرتنى ) Müslüman oldu.İbn İshak’tan nakledildiğine göre Müslüman olanı Fertenâ’dir. İbn İshak’ın zikrettiğine göre ÜmmüSa’d da öldürüldü. İbn Hacer’e göre şarkıcı cariyelerden biri Erneb, diğeri de Ümmü Sa’d idi. Künyeve lakapla anıldıkları için isimleri hakkında ihtilaf edilmiştir. Kanı heder edilenlerden öldürülenler:
1- Abdüluzzâ b. Hatal: Ebu Berzetü’l-Eslemî ile Saîd b. Hureysü’l-Mahzûmî’nin onu elbirliğiyleöldürdükleri nakledildiği gibi yalnız Ebu Berze’nin onu öldürdüğü de nakledilmiştir. 2- Huveyris b.Nukaz: Hz. Ali (r.a.) tarafından öldürüldü. 3- Mıkyes b. Subâbe: Nümeyle b. Abdullah tarafındanöldürüldü. 4- Huveyris b. Tulâtıl el-Huzâ’î: Ebû Ma’şer’e göre Hz. Ali (r.a.) tarafından öldürüldü. 5-İbn İshak’a göre İbn Hatal’ın azatlı cariyesi Kaynetan ( قينتان asıl adı Karibe: قريبة ) öldürüldü. Bkz.Şâmî, V,223-226; Zürkânî (1996 n.), III,472; M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, XV, 255 vd.
[228] Kastallânî, el-Mevâhib, I,572-574.
[229] Vâkıdî, II,825-828.

[230] Şâmî, V,226-227; Zürkânî (1996 n.), III,434.
[231] Vâkıdî, II,824, İbn Hişâm, IV,48; Kastallânî, el-Mevâhib, I,575; Şâmî, V,229; Zürkânî, II,319.
[232] N. Bozkurt – M. S. Küçükaşcı, “Mekke”, DİA, XXVIII,557.
[233] Umretü’l-Kazâ’da bu şeref bir Hazreçliye verilmişti. Bu nedenle bu kez bir Evsliye verilmesi uygun görüldü.
[234] el-İsrâ 17/81.
[235] İbn Hişâm, IV,59; Makrizî (Katar n.), 383; Kastallânî, el-Mevâhib, I,584.
[236] Şâmî, V,238.

[237] Buhârî, “Salât”, 30; Şâmî, V,237 vd.
[238] Vâkıdî ve Ahmed b. Hanbel’in rivâyeti.
[239] Yûsuf 12/92.

[240] Ebû Ervâ Rabîa b. Hâris b. Abdilmuttalib el-Kureşî el-Hâşimî, Hz. Peygamber’in (a.s.) amcası oğludur.
[241] el-Hucurât 49/13. Hz. Adem ve Havva’dan çoğalan insanlar, yeryüzünde çeşitli renk ve dilde küçüklü büyüklü topluluklar oluşturmuşlardır. Küçükten büyüğe, kabileden milletlere varıncaya kadar farklılık gösteren bu oluşumun temel sebebinin kitlelerin birbirini tanıyıp, anlaşmak ve kaynaşmak olduğu anlaşılmaktadır. Yani soy-sopla övünmek yerine, birleşip bütünleşmek öngörülmüştür.

[242] Çocuk, başkasından bile olsa ispat edilmedikçe kadının meşru kocasına aittir. Onunla zina edenerkeğe nisbet edilmez. Câhiliye döneminde bazı Araplar, zina yoluyla da nesep tesbit edebiliyorlardı.Ancak İslâm gelerek, bu uygulamayı iptal etmiştir.
[245] Yani zekât memura zekâtları toplamaya geldiği sırada ne meradaki sürüler kente getirilir; ne de avludaki sürüler meraya çıkarılır. Aksine, zekât memuru geldiği sırada sürüler nerede bulunuyorsa zekâtları orada alınır.
[246] Ebû Şâh’ın Benî Kelb kabilesinden veya Seyf b. Ziyezen’e yardıma gelen Fars asıllı Ebnâ’lardan ( :الأبناء bkz. ek 2: Ebnâ md.) olduğu nakledilmiştir. Hz. Peygamber’in (a.s.) hitabesi ve Ebû Şah’ın bunun azdırılmasını talep etmesi, Ebû Dâvûd, Tirmîzî, Dârekutnî ve İbn Hibbân gibi hadîs otoriteleri tarafından da bildirilmiştir.

[247] Şâmî, V,242-243.
[248] Buharî, İmân: 31; Müslim, Fiten: 76; Tirmizî, Fiten: 41.

[252] Bkz. İbn Abdilber, el-İstî’âb, III,615-616; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, V,402.
[253] İbn Sa’d, II,145; İbn Abdilber, el-İstî’âb, III,615-616; İbn Hacer, el-İsâbe, III,599.
[254] İbn Sa’d, II,145; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, II,458-459.
[255] N. Bozkurt – M. S. Küçükaşcı, “Mekke”, DİA, XXVIII,557.

Zehra Nassan

Comments are closed.