Müslümanların Yesribe/Medineye Hicret etmeye başlaması

hicreeet1- (İran Sâsânî imparatoru) Hüsrev Perviz’in (589-628) iktidarının 33. yılında.[1]
2- Mekke’den ayrılıp Sevr mağarasına sığınma: Safer ayının bitimine 3 gece kala H. 1[2] Perşembe.[3]
3- Sevr mağarasından ayrılış: 1 Rebiülevvel H. 1,[4] Pazartesi gecesi.[5]
4- Kubâ’ya varış: 8 Rebiülevvel H. 1, Pazartesi.[6] 5- Yesrib’e (Medine) giriş: 12 Rebiülevvel H. 1, Cuma.[7]

Hz. Peygamber (a.s.), III. Akabe Biati’nden sonra, Medine’ye hicret emrini verdi. Mahpus, hasta veya hicret edemeyecek durumdaki bazı güçsüzler dışında Müslümanların ekserisi hicret edinceye kadar o (a.s.), Hz. Ebû Bekir (r.a.) ve Hz. Ali (r.a.) Mekke’de kaldılar.[21] Hz. Ebû Bekir (r.a.), hicret etmek için Resûlullah’tan (a.s.) izin istemiş, fakat o (a.s.): “Acele etme! Umulur ki Allah sana bir arkadaş nasip eder” buyurmuştur. Hz. Peygamber (a.s.) beraber hicret edeceklerini haber verdiğinde ise Hz. Ebû Bekir (r.a.) sevincinden ağlamıştır.[22] Eza ve cefalarını arttıran Mekke müşrikler: “Hatırla ki, kâfirler seni tutup bağlamaları veya öldürmeleri yahut seni (yurdundan) çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar (sana) tuzak kurarlarken Allah da (onlara) tuzak kuruyordu. Çünkü Allah tuzak kuranların en iyisidir”[23] meâlindeki âyette işaret edildiği üzere, Hz. Peygamber’i (a.s.) Mekke’den sürmek, hapsetmek veya suikast gibi fikirler üzerinde tartışmaya başladı. -Mekkelilerin Meclisi- Dârünnedve’de –bir rivâyete göre 15, başka bir rivâyete göre 100 kişinin katıldığı bir toplantıda- yapılan müzakereler neticesinde Ebû Cehil Amr b. Hişâm b. Mugîre el-Kureşî el-Mahzûmî’nin teklifiyle Hz. Peygamber’i (a.s.) suikast kararı alındı. Taberî’nin, İbn İshâk’ın da yer aldığı bir birleşik senetle naklettiği rivâyete göre:
Benî Abdişşems’den:
1- Şeybe b. Rebîa,
2- Utbe b. Rebîa,
3- Ebû Süfyyân b. Harb,
Benî Nevfel b. Abdimenaf ’dan:
4- Tuayme b. Adiy,
5- Cübeyr b. Mutim,
6- Hâris b. Âmir b. Nevfel,
Benî Abdiddâr b. Kusay’dan:
7- Nadr b. Hâris b. Kelde,

Benî Esed b. Abdiluzza’dan:
8- Ebu’l-Buhterî b. Hişâm,
9- Zem’a b. Esved b. Muttalib,
10- Hakîm b. Hizâm,
Benî Mahzûm’dan:
11- Ebû Cehil Amr b. Hişâm b. Mugîre el-Kureşî el-Mahzûmî,
Benî Cumah’dan:
12- Ümeyye b. Halef ’in aralarında bulunduğu Kureyş’in ileri gelenlerinin katıldığı bir topluluk, Hz. Peygamber’in (a.s.) durumunu görüşmek üzere Dârünnedve’de toplanmıştır.[24] Suikast, -İbn Sa’d’ın rivâyetine göre- on iki kişilik bir grup, -Semhûdî’nin rivâyetine göre-[25] beş Kureyş kabilesini temsil eden beş kişilik bir grup genç tarafından yerine getirilecekti.
İbn Sa’d’a göre bu şahıslar:
1- Ebû Cehil,
2- Hakem b. Ebi’l-Âs,
3- Ukbe b. Ebî Muayt,
4- Nadr b. Hirâş,
5- Ümeyye b. Halef,
6- İbn Ğaytale,
7- Zam’a b. Esved,
8- Tuayme b. Adiy,
9- Ebû Leheb,
10- Übey b. Halef,
11- Nubeyh b. Haccâc ile

12- Münebbih b. Haccâc’dır. Son iki kişi kardeştir.[26] Böylece Benî Hâşim’in kan davasına kalkışması önlenecekti. Müslümanlar, bu kararın alındığı güne “yevmü’z-zahme” (sıkıntı, zahmet günü) demişlerdir.[27] Hz. Peygamber (a.s.), suikast kararından, Cebrâil[28] veya –Hz. Peygamber’in (a.s.) babasının amcası kızı- Rakîka bint Sayfî b. Hişâm [29] vasıtasıyla haberdar olunca hicret için harekete geçti. Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) evine hiç gelmediği bir saatte; öğlenin en sıcak vaktinde geldi. Hicret için gerekli hazırlık ve planlar yapıldı. Bu karardan Hz. Ali (r.a.) ile Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) ev halkı dışında kimse haberdar olmadı.[30] Bu hazırlıklar esnasında Esmâ bint Ebî Bekir [doğumu: hicretten 27 yıl önce – vefatı: 73/595-692], ikiye ayırdığı kuşağının bir parçasıyla kuşaklanmış, diğerini erzakı denkleştirmek için kullanmıştır. Bunu gören Hz. Peygamber’in (a.s.): “Allah bu kuşağının karşılığında cennette sana iki kuşak versin” diye iltifat etmesi üzerine “Zâtü’n-nitâkayn” (iki kuşaklı) lakabını almıştır.[31] Hz. Peygamber (a.s.), hicret gecesini kendi yatağında geçirmek, kendisinin evde olduğu kanaatini uyandırmak ve suikastçıları oyalamak gibi ölümle sonuçlanabilecek çok tehlikeli bir görevi Hz. Ali’ye (r.a.) verdi. Hz. Ali’nin (r.a.) bu tehlikeli görevi gönüllü olarak kabul ettiği ve sonuçlarının farkında olduğu, şiirlerinden anlaşılmaktadır. Dışarıdan bakıldığında Resûlullah’ın (a.s.) yatağında Hz. Ali’nin (r.a.) uyuduğu sanılıyordu. İbn Abbâs’ın (r.a.) bir rivâyetinde, Hz. Ali’nin (r.a.), Hz. Peygamber (a.s.) gibi davranarak müşrikleri yanıltmaya çalıştığı ifade edilmiştir.[32]Gece karanlık çökünce seçilen suikastçı gençler, Hz. Peygamber’in (a.s.) kapısı önünde toplanarak uyumasını gözetlediler, uyur uyumaz ona (a.s.) saldıracaklardı. Hz. Peygamber (a.s.) gece yarısı, -daha sahîh kabul edilen rivâyete göre- müşriklerin beklediği kapıyı kullanarak evinden ayrıldı. Başka bir rivâyete göre ise Hz. Peygamber (a.s.), Mâriye adındaki hizmetçisinin yardımıyla duvardan atlayarak evinden ayrılmıştır.[33] Yâsîn Sûresi’nin: “Yâsîn, Hikmet dolu Kur’ân hakkı için, Sen şüphesiz peygamberlerdensin. Doğru yol üzerindesin. (Bu Kur’ân) üstün ve çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir. Ataları uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalmış bir toplumu uyarman için indirilmiştir. Andolsun ki onların çoğu gafletlerinin cezasını hak etmişlerdir. Çünkü onlar iman etmiyorlar. Biz, onların boyunlarına halkalar geçirdik. O halkalar çenelere kadar dayanmaktadır. Bu yüzden kafaları yukarı kalkıktır. Önlerinden bir set ve arkalarından bir set çektik de onları kapattık, artık göremezler” (1-9) meâlindeki ilk âyetlerini okuyarak evini kuşatan suikastçıların arasından geçti. Benî Cumah mahallesindeki Hz. Ebû Bekir’in evine gitti. Gözetlenme ihtimaline karşı bir tedbir olarak evin arkasındaki küçük bir menfezden çıktılar. Böylece kamerî ayın son günlerinde zifiri karanlık içerisinde Mekke’den ayrıldılar.[34] Vâkıdî ve İbn Hazm’a göre, Hz. Peygamber (a.s.) ve Hz. Ebû Bekir (r.a.), evden gece ayrıldılar.[35] Semhûdî’ye göre, Urve b. Zübeyr, Muhammed b. Sîrîn ve Mûsâ b. Ukbe gibi siyer-megâzî ulemâsının rivâyetleri: “Evinin kuşatıldığı gecenin kalan kısmında, Hz. Peygamber’in (a.s.) Hz. Ebû Bekir (r.a.) ile birlikte Sevr mağarasına sığındığını” gerekli kılar.[36] el-Fîrûzâbâdî (729-817/1329-1415) de Hz. Peygamber’in (a.s.) gece yarısı Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) evine geldiğini belirtir [37]Senedi hasen bir rivâyete göre ise Hz. Peygamber (a.s.) -müşriklerin evini muhasara ettiği gece- evinden ayrılınca doğrudan Sevr mağarasına yönelmiş, ardından Hz. Ebû Bekir (r.a.), ona (a.s.) yetişmiş ve birlikte yola devam ederek mağaraya sığınmışlardır.[38] Takipçileri şaşırtmak için Mekke’nin güneybatısında -Medine’ye ters istikamette, Yemen’e giden yol üzerindeki- Sevr dağında bir mağarada gizlendiler. Mağaraya önce giren Hz. Ebû Bekir (r.a.), vahşi hayvan ve haşarat bulunup bulunmadığını kontrol ederek kendisini Resûlullah’a (a.s.) siper etti.[39] O (r.a.), mağarayı hazırlayıp deliklerin bir kısmını elbisesinden kopardığı parçalarla kapattı. Hatta topuğuyla kapattığı bir delikteki yılanın onu (r.a.) ısırdığı ve Resûlullah’ın (a.s.) tükürüğü ile şifa bulduğu rivâyet edilmiştir.[40] Suikastçılar, ancak gün ışırken, orada uyuyanın Hz. Ali (r.a.) olduğunun farkına varabildiler. Onu itip kaktılar, dövdüler ve bir saate yakın bir süre Mescid-i Haram’da alıkoydular. Bir süre sonra aralarından selâmetle çekip gidenin asıl aranması gerektiğini hatırlayarak, onun (a.s.) peşine düştüler.[41] Mekkeliler, Hz. Peygamber’i (a.s.) evinde bulamayınca hemen aramaya koyuldular. Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) evinde yapılan soruşturma da netice vermeyince bütün çevreyi taramaya başladılar. Etrafa haberciler göndererek Hz. Peygamber (a.s.) ile Hz. Ebû Bekir (r.a.) için yüzer deve[42] ödül koyduklarını ilan ettiler. Bir grup, Sevr mağarasına kadar geldi. Hz. Ebû Bekir (r.a.), duyduğu seslerden endişeye kapılarak:“Ey Allah Resûlü! Eğilip baksalar bizi görecekler” dedi. Resûl-i Ekrem (a.s.) ise: “Eğer siz ona (Resûlullah’a) yardım etmezseniz (bu önemli değil); ona Allah yardım etmiştir: Hani, kâfirler onu, iki kişiden biri olarak (Ebû Bekir ile birlikte Mekke’den) çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı; o, arkadaşına: ‘Üzülme, elbette Allah bizimle beraberdir’ diyordu. Bunun üzerine Allah ona (sükûnet sağlayan) emniyetini indirdi, onu sizin görmediğiniz bir ordu ile destekledi ve kâfir olanların sözünü alçalttı. Allah’ın sözü ise zaten yücedir. Çünkü Allah üstündür, hikmet sahibidir”[43] meâlindeki âyetin sonunda tesbit edilen “üzülme, elbette Allah bizimledir” sözleriyle onu teskin etti.[44]

Yüce Allah’ın, Resûlünü koruduğu aşikârdı. Çünkü müşrikler, mağaranın yanına kadar geldikleri halde içine bakmadan dönüp gittiler. Bir örümceğin mağaranın ağzına ağ örmesi, iki vahşi güvercinin ise yuva kurup yumurtalarını bırakması, müşriklerin mağaraya bakmadan dönmelerine sebep oldu.[45] Mağarada kaldıkları süre boyunca, Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) azatlısı ve çobanı Âmir b. Füheyre, her akşam, onlara süt ve yiyecek, Abdullah b. Ebî Bekir de şehirdeki haberleri getirdi. Âmir b. Füheyre, çobanlığını yaptığı ve bir kısmı Hz. Ebû Bekir’e (r.a.) ait olan koyun sürüsü ile Abdullah b. Ebî Bekir’in izlerini de siliyordu. Üç gün sonra[46] şehir sakinleşince, Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) güvenilir bulup ücretle tuttuğu -mahir bir kılavuz olan- Benî Kinâne’den Abdullah b. Uraykıt el-Leysî ed-Dîlî, iki veya üç[47] cins deve ile mağaraya geldi.[48] Benî Dîl’in ( الدئل ) Benî Abd b. Adi ( بني عبد بن عدي ) koluna mensup ve müşrik olan Abdullah b. Uraykıt, Mekkeli Âs b. Vâil es-Sehmî ailesinin antlaşmalısı (halîf)[49] idi. el-Hafız Abdülğani, el-Mizzî ve en-Nevevî, Abdullah b. Uraykıt’ın Müslüman olduğuna dair bir bilgiye sahip olmadıklarını belirtmişlerdir.[50] Hz. Ebû Bekir (r.a.), az önce bahsedilen iki veya üç cins deveyi 800 dirheme satın alıp dört ay[51] özel olarak besleyip yolculuğa hazırlamıştı. Urve b. Zübeyr’den nakledilen bir rivâyete göre ise Hz. Ebû Bekir (r.a.), diğer Müslümanlarla birlikte hicret etmek maksadıyla iki deve satın almıştır. Fakat Resûlullah’ın (a.s.) isteği üzerine hicretini ertelemiş ve onun (a.s.) hicretini beklemiştir.[52] Hz. Peygamber (a.s.), hicretinin kendi malıyla olması gayesiyle bineceği -Kasvâ adındaki- deveyi Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) almış olduğu aynı bedelle; yani 400 dirhem karşılığında ondan satın almıştır.[53] -Hz. Peygamber (a.s.), Hz. Ebû Bekir (r.a.), Âmir b. Füheyre ve Abdullah b. Uraykıt’tan oluşan- dört kişilik kafile, Sevr mağarasından gece vakti ayrılarak Medine’ye Mekke’nin güneybatısından bir kavis çizerek yöneldi. Peygamberimiz (a.s.); Mekke’den ayrılmadan önce Hazvere çarşısında durarak Beytullah’a/Kâbe’ye baktı. Mekke’ye: “Vallahi, biliyorum ki, sen, hiç şüphesiz, Allah’ın yarattığı yerlerin en hayırlısı ve Allah’a en sevgili olanısın! Senden daha güzel ve bana senden daha sevgili bir belde yoktur! Eğer senin halkın beni senden çıkarmamış olsalardı, çıkmazdım!” buyurdu. Bazı rivâyetlere göre, Yüce Allah, Peygamber Efendimiz’e (a.s.) hicret emri verildiği zaman: “Ve şöyle niyaz et: Rabbim! Gireceğim yere dürüstlükle girmemi sağla; çıkacağım yerden de dürüstlükle çıkmamı sağla. Bana tarafından, hakkıyla yardım edici bir kuvvet ver”: [54] âyetinde zikredilen duayı yapmasını emretmiştir. İbn İshâk’ın İbrahim b. Sa’d rivâyetinde Resûlullah’ın (a.s.) Mekke’den ayrılırken şu şekilde dua ettiği bildirilir: “Ben bir hiçken beni yaratan Allah’a hamd olsun. Allah’ım! Dünya korkusuna, zamanın getireceği felaketlere, gecelerin ve gündüzlerin musibetlerine karşı bana yardım et. Allah’ım! Yolculuğumda benimle ol, arkamda bıraktığım ailemi gözet. Bana rızık olarak verdiğin şeyleri bereketli kıl. Beni yalnızca Sana karşı zelil kıl. En güzel ahlâkım üzere beni sabit kıl. Rabbim, beni Sana sevdir. Beni insanlara bırakma. Sen zayıfların ve benim Rabbimsin. Senin kerîm vechine sığınıyorum. O kerîm vechin ki, semalar ve yeryüzü onunla nurlanır. Karanlıklar onunla aydınlanır ve açılır, öncekilerin ve sonrakilerin işi onunla düzene girer. Öfkene maruz kalmaktan ve kızgınlığına uğramaktan, nimetinin kaybolmasından, azabının ansızın gelmesinden, afiyetini gidermenden ve gazabının tümünden sana sığınıyorum. Senin için yapabildiğim en iyi şey, sana yalvarıp yakarmaktır. Güç ve kuvvet ancak senindir”[55]

Kafile, Mekke-Medine arasında işlek olmayan bir güzergâh izleyerek ve zikzaklar çizerek yol aldı. Bazen sarp dağ geçitlerinden, bazen çöllerin arasından geçildi:-Eski Mekke-Medine yolu üzerinde, Mekke’ye 80 km uzaklıktaki- Usfân’ın عُسْفَانَ) ) aşağısındaki yoldan geçilip sahile, oradan Emec’in ( أَمَجَ ) aşağısına doğru gidildi. Sonra sırasıyla Kudeyd ( قُدَيْد ), Harar ( الْخَرّار ), Seniyyetü’l-Mürre ( ثَنِيّةَ الْمُرّةِ ), Likf (veya Lekf), Mudlice Lekif ( مَدْلَجَةَ لَقْفٍ ), Mudlice Micâc ( ,(مَدْلَجَةَ مَحَاجٍ Mercih-i Mucâc ( مَرْجِحَ مُجَاحٍ ), Mercih-i Zi’l-Gazaveyn ( مَرْجِحَ مِنْ ذِي الْغَضَوَيْن ), Batnu Zî Kişr ( بَطْنَ ذِي كَشْرٍ ), Cedâcid ( الْجَدَاجِدِ ), el-Ecred ( الأَجْرَدِ ), es-Sukyâ’ya yakınlarında bulunan Zîsâlim-i Batnıa’dâ ( ذَا سَلَمٍ مِنْ بَطْنِ أَعْدَاءٍ ), Ababîd (: الْعَبَابِيدِ قَالَ ابْنُ هِشَامٍ وَيُقَالُ الْعَبَابِيبُ وَيُقَالُ الْعِثْيَانَةُ ), el-Fâcce ( الْفَاجّةَ وَيُقَالُ الْقَاحّةَ ), daha sonra Arc’e ( الْعَرْجَ ) varıldı. Arc, Mekke ile Medine arasında, hacıların yolu üzerinde olup Sukyâ’ya yakındır. Arc’de konakladıkları zaman, yüklü develer kafilenin ilerleyişini ağırlaştırdı. Benî Eslem’den Evs b. Hucr, kendisine ait bir deveye Peygamber Efendimizi (a.s.) bindirip, uşağı Mes’ud b. Hüneyde’yi de onunla (a.s.) birlikte gönderdi. Sonra kılavuzun öncülüğünde, Arc’den Rekûbe’nin ( رَكُوبَةَ ) sağındaki Seniyyetü’l-Air’e ( ثَنِيّةَ الْعَائِرِ وَيُقَالُ ثَنِيّةُ الْغَائِرِ ) varıldı. Oradan Batnıri’m’e, ardından Kubâ’ya ulaşıldı.[56] Buna rağmen kafile, takibe uğradı ve tehlikeli anlar yaşadı. Mesela Adnânî Müdlic[57] kabilesinden Sürâka b. Mâlik, –Mekkeli müşrikler tarafından vaat edilen 200 deve ödülü elde etmek maksadıyla- onları takibe kalkıştı. Hz. Ebû Bekir (r.a.), Sürâka’yı görünce telaşlandı. Resûl-i Ekrem (a.s.), mağarada dediği gibi: “Üzülme! Allah bizimle beraberdir!” dedi. Sürâka, iki kez onlara yaklaştı. İlkinde atı sürçüp kapaklandı. İkincisinde ise atının ön ayakları yere saplanarak onu düşürdü. Atın ayaklarının saplandığı yerden duman gibi bir şey çıktı. Sürâka, o zaman onun (a.s.) korunduğunu anladı. Kendisinden onlara zarar gelmeyeceğine dair güvence verdi. Beklemelerini ve kendisine bir emannâme yazmalarını istedi. Resûlullah (a.s.) da Ebû Bekir’e (r.a.) veya Âmir b. Füheyre’ye bunu yazmasını emretti.[58]

Kafile, Kudeyd’de hurma veya et gibi yiyecek bir şeyler satın almak üzere Ümmü Ma’bed Âtike bint Hâlid el-Huzâiyye’nin bulunduğu çadıra uğradı. Burada Resûl-i Ekrem (a.s.), sürüye katılamayacak kadar zayıf, sütten kesilmiş bir keçiyi besmeleyle sağınca keçi oradakilere yetip artacak kadar süt verdi. Resûl-i Ekrem (a.s.), keçiyi tekrar sağarak onu da ev sahibine bıraktıktan sonra kafile yoluna devam etti.


Kasım Şulul, Son Peygamber Hz. Muhammed’in (a.s.) Hayatı, 2014, ss.338-347

[21] İbn Sa’d, I,225; III,240; Taberî, II,448.
[22] Şâmî, III.227,239.
[23] el-Enfâl 8/30.

[24] Bkz. Taberî, Tarih, II,448-449.
[25] Semhûdî, I,236,237.

[26] İbn Sa’d, I,228.
[27] Taberî, II,448.
[28] İbn Hişâm, II,126.
[ رقيقة بنت صيفي بن هاشم بن عبد مناف) [ 29 ). Bkz. İbn Sa’d, VIII,52.
[30] Süheylî, IV, 129-130,133.
[31] Esmâ’ya (r.anha) Zâtü’n-nitâkayn denilmesi konusunda –birbirini destekleyen ve açan- başka rivâyetler de mevcuttur. (1) İki kuşak kullanmasından dolayı Esmâ’ya (r.anha) böyle denilmiştir. (2) İki kuşağından birini –üç gün süreyle Sevr mağarasında saklanan- Hz. Peygamber (a.s.) ve Hz. Ebû Bekir’e (r.a.) geceleri götürdüğü erzakı denkleştirmek için kullanmıştır. Bir başka rivayete göre ise Esmâ (r.a.), Hz. Peygamber (a.s.) ve Ebû Bekir’in (r.a.) Sevr mağarasını terk edip Medine’ye doğru yola çıkacakları sırada, azık torbasının ağzını bağlayacağı ipi evde unuttuğunu anlayınca, kuşağını ikiye bölerek biriyle azık torbasını bağlamıştır. Bir rivâyette bölme işini babası Hz. Ebû Bekir (r.a.) teklif etmiştir. Başka bir rivâyette ise bölünen kuşak değil Esmâ’nın örtüsüdür ( خمار ). Diğer bir rivayete göre ise kuşağın bir parçasıyla yiyecek torbası, diğeriyle de su kırbası bağlanmıştır. [32] Şâmî, III,233.

[33] Şâmî, III,233,234,239.
[34] Süheylî, IV,129-137; Şâmî, III,232,339.
[35] İbn Sa’d, I,228; İbn Hazm, Cevâmi’ s. 74; İbnü’l-Cevzî, I,373.
[36] Rivâyetler için bkz. el-Hâfız Nûreddîn Ali b. Ebî Bekir el-Heysemî (735-807/1335-1405), Mecma’u’z-Zevvâid Ve Menba’ü’l-Fevâid, VI,15-17 (eş-Şâmile); Beyhakî, II,465-466,476,477; Semhûdî, I,239.
[37] Fîrûzâbâdî, Sifru’s-Sa’âde, s. 114.

[38] Taberî, II,451,452.
[39] İbn Hişâm, II,130; Süheylî, IV,135; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, III,320; İbn Selâm el-İbâdî, Bedü’l-İslâm ve Şerâiü’d-Dîn, s. 70 (İ. Aycan – M. M. Söylemez, İdeolojik Tarih Okumaları, Ankara 1998, s. 65- 66’dan naklen).
[40] Tüm bunlar: 1- İbn Ebî Şeybe ve İbnü’l-Münzir, Hz. Ebû Bekir’den, 2- Dabbe b. Muhsin el-Anezî, Hz.Ömer’den, 3- el-Hâfız Ebû Nuaym el-Fazl b.Amr (Dükeyn) Enes’den, 4- İbn Murdeveyh Cündüb b.Süfyân’dan, 5- Ebu’l-Hasan Rezîn b. Muâviye el-Abderî es-Sarekustî el-Endelüsî (v. 535) ve 6-Begavî tarafından rivâyet edilmiştir. Bkz. Beyhakî, II,477; Şâmî III,240; Zürkânî (1996 n.), II,121-122; M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, I,163.
[41] Taberî, II,452.
[42] İbn Hişâm, II,130.

[43] et-Tevbe 9/40.
[44] İbn Abdilber, el-İstî’âb, II,249; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, III,321.
[45] İbn Sa’d, I,229; III,172-174; İbn Seyyidinnâs (1992 n.), I,297-298; Zürkânî (1996 n.), II,113-121.
[46] İbn Abdilber, el-İstî’âb, II,245; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, III,321; Şâmî, III,243.
[47] el-Heysemî, Mecma’u’z-Zevvâid, IX,171 (eş-Şâmile).
[48] İbn Hişâm, II,129; İbn Sa’d, I,229,230; Taberî, II, 454; İbn Hacer, el-İsâbe, II,274; Zürkânî (1996 n.), II,128-129.
[49] İbn Seyyidinnâs, I,300.
[50] Bkz. Cemeâluddîn Ebi’l-Hâc Yusuf el-Mizzî, Tehzîbu’l-Kummâl, I,190 (eş-Şâmile); Ebû Zekeriya Muhyiddîn b. Şeref en-Nevevî, Tehzîbu’l-Esmâ’ ve’l-Lugât, I,30 (eş-Şâmile); es-Safedî, el-Vâfî bi’l-Vefâyât, I,28 (eş-Şâmile); Semhûdî, I,238.
[51] İbn Sa’d, I,228; Beyhakî, II,473; Şâmî, III,238.
[52] Bkz. Taberî, II,453.

[53] Süheylî, IV,131; Semhûdî, I, 237; Şâmî, III,239.
[54] el-İsrâ 17/80.

[55] Abdürrezzâk, el-Musannef, V,156 (eş-Şâmile); İbn Kesîr, II,234-235; Şâmî, III,243.
[56] İbn Hazm, Cevâmi’, s. 74.
[57] Müdlic b. Mürre b. Temîm b. Abdimenât b. Kinâne b. Huzeyme b. Müdrike b. İlyâs b. İlyâs b. Mudar b. Nizâr b. Ma’d b. Adnân. Bkz. Ek 1, Şema 7.

[58] İbn Hazm, Cevâmi’, s. 74; Şâmî, III,248.

 

Güzide Özcan

Comments are closed.